ELEŞTİRİ & FELSEFE

Ötanazi: Yaşama Hakkı vs. Ölme Hakkı

Ötanazi kelimesi Yunanca kökenli olup iyi ölüm anlamına gelmektedir. Ötanazi birkaç alt başlığa ayrılabilir. Bunlar: aktif (hastaya ölüme sebep olacak bir madde verilmesi yoluyla), pasif (hastadan gerekli küratif tedavi veyahut destekleyici tedavinin çekilmesi yoluyla); istemli (rıza formu alarak), istemsiz (vasiden rıza formu alarak) veya doktor destekli (doktorun ölüme neden olacak reçete yazmasıyla) olarak ayrılır. Hayatın erken sonlanmasına dair istek, modern tıp dünyasında ciddi bir tartışmaya yol açmıştır. Bu tartışma toplumun karmaşık ve dinamik yönleriyle; kanuna aykırılık, etiksel, insan hakları, dini, ekonomik, ruhani ve sosyokültürel alt başlıkları altında tartışılmaktadır. Biz bu tartışmayı hem destekleyenler hem de karşı olanların perspektifinden ele alacağız. Aynı zamanda hastaların ve tıbbi görevlilerin karşılaştığı zor durumları da ortaya koymaya çalışacağız. Amaç ötanazinin öznesini Hindistan Yüksek Mahkemesi’nin tıp ve insan hakları perspektifinden vermiş olduğu son karar doğrultusunda ele almaktır.

Hindistan’da intihar ve intihara suç ortaklığı ceza gerektiren suçtur. 1994’te Hindistan Ceza Kanunu’nun 309. Bölümüne anayasal hükmü açısından itiraz edildi. Yüksek mahkeme Hindistan Ceza Kanunu’nun 309. Bölümünün 21. Maddesine göre (Yaşama Hakkı) anayasaya aykırı buldu. Bu da bir emsal karar niteliği gördü. 1996’da ilginç bir intihara teşebbüs vakası yüksek mahkemeye geldi. Sanık ilk derece mahkemede suçlu bulundu. Kararı temyiz ettiler ve bir üst mahkeme kararı onadı. Karar tekrar temyiz edilince yüksek mahkemeye geldi ve sanık tarafı 21. Maddede “ölme hakkı”nın yer aldığını ve intihara teşebbüs eden herhangi birinin ve de buna yardım ve yataklık eden herhangi birinin 21. Maddeye göre yasal koruma altında olduğunu, bu yüzden ceza verilemeyeceğini savundu. Bu savunmanın ardından mahkemenin anayasadan sorumlu birimi 21. Maddenin yaşama hakkını kapsadığını ve ölme hakkının buna dahil edilemeyeceğini savundu.

Mahkeme kararında ise şu sonuca varıldı: İntihara yardım etmek (306. Bölüm) ve intihara teşebbüsün (309. Bölüm) iki farklı suç olduğuna bu yüzden intihara yardım etmenin ölme hakkından bağımsız değerlendirilmesine karar verdi. Aynı zamanda intihara meyleden birinin zaten depresyonda olduğunu ve bu nedenle bir cezadan ziyade yardıma ihtiyacı olduğunu söyledi. Son olarak parlamentoya 309. Bölümün anayasadan kaldırılması konusunda tavsiye verdi.

Ötanazi Karşıtı Argümanlar

Hatalardan arınmak: Ötanazi destekçileri “haysiyetle ölme hakkını” kabullenirsek tedavi edilemeyen veya elden ayaktan düşüren hastalıkların toplumumuzdan silineceğini öne sürüyorlar. Hafifletici tedavi uygulayan hekimler, bu görüşe karşı çıkıyor ve hafifletici tedavinin hastaya zorluklar karşısında fayda sağladığını öne sürüyor. Hafifletici tedavinin ölmek için aktif, şefkatli ve yaratıcı bir bakım olduğunu savunuyorlar.

Hindistan Anayasası: “Yaşama hakkı” 21. Maddenin içinde gömülü bulunan doğal bir hak olmakla birlikte intihar hayatın doğal olmayan bir şekilde sonlandırılmasıdır. Bu nedenle “yaşama hakkı” ilkesiyle çelişmektedir. Devletin görevi insanın hayatını korumaktır ve doktorun görevi ise hastaya bakım ve gözetim sağlamaktır, zarar vermek değildir. Eğer ötanazi yasallaşırsa ciddi bir ölüm kaygısı oluşur. Bu da devletin sağlık sektöründe istemeyeceği bir durum olabilir. Aynı zamanda Hollanda’da yasallaşmış ötanazi, ölüm döşeğindeki hastaların tedavisindeki kalitenin ciddi bir düşüşüne sebebiyet vermiştir. Bu nedenle ülkede refah ortamının sağlanabilmesi için devlet herhangi bir şekilde ötanaziye izin vermemelidir.

Akıl hastalığı semptomu: İntihar ve intihara teşebbüs, madde kullanıcıları, depresyon veya şizofreniye sahip hastalarda sıklıkla görülmektedir. Aynı zamanda obsesif kompülsif bozukluk (OKB) hastalarında da rastlanmıştır. Bu nedenle ötanazi arayışı içerisindeki hastanın mental süreçlerinin değerlendirilmesi büyük önem arz eder. Klasik eğitimde intihara teşebbüs psikiyatrik bir acil durumdur ve kesinlikle psikolojik destek sağlanması gerekir. İntihara eğilimli hastaların değerlendirilmesi için birkaç yönerge geliştirilmiştir. İntihara teşebbüs bir mental hastalık olarak değerlendirilir.

Art niyetli, kasıtlı müdahele: Ahlakın ve de adaletin yozlaşmakta olduğu yerlerde ötanazinin bilinçli sebeplerle yanlış kullanımı söz konusu olabilir. Aile üyelerinin miras için ötanazi yaptırması gibi. “Çaresiz durumdaki hastayı öldürmek” asil sağlık profesyonellerinin elinde “merhametli öldürmek” kavramına dönüşmemelidir. Bu nedenle sağlık profesyonellerini kontrolde tutmak amacıyla Hindistan Tıp Konseyi ötanazi konusunu Organ Transplantasyonu Yönergesi’nde açıkça açıklamıştır. Bu yönergeye göre Hindistan’da acil bir organ ihtiyacı durumunda ötanazi yapıldığında hem hastayı hem de doktorları gereksiz dava açılması durumundan koruyan bir yasa vardır.

Bakım ve gözetimin ehemmiyeti: Eskiden hastaların çoğu hastaneye ulaşmadan ölürdü fakat günümüzde tıp ilerledi ve artık hastaların yaşam süresi uzatılabiliyor. Tıbbın ilerlemesi karmaşık bir duruma yol açtı. Eskiden hastalıklar “tedavi” yönünden ele alınırdı fakat modern dünyada kanser, AIDS, diyabet, hipertansiyon ve ruh hastalıkları tedavi konseptine uzak olduğu için “bakım” yönünden ele alınmalıdır. Temel prensip kaliteli bir palyatif bakım ile hastanın hayatına yıllar eklemektense hastanın yıllarına hayat eklemektir. Maksat tedavi mümkün değilken az maliyetle bakım sağlamaktır. Toplumun sağlık personelinden beklentisi tedavi iken sağlık personelinin görevi bakım sağlamaktır. Bu nedenlerle tedavisi olmayan hastalıklar için ötanazi kavramı mantıksal bir argüman değildir. Ne zaman ortada bir tedavi olmasa toplum ve sağlık mensupları ümitsiz bir tavır sergilemektedir. Bunun sonucunda da vatandaş intihar, ötanazi ve madde kullanımı gibi ekstrem yollara başvurmaktadır. Bunun gibi durumlarda palyatif ve rehabilite edici bakım, ailenin ve hastanın hayata geri kazandırılması konusunda önem taşımaktadır.

Doktorlar, aile veya hasta çok istiyorsa hastanın taburcu edilmesini ve ölümü beklemesini önermek durumunda kalabiliyorlar. Bu isteğin oluşmasına fakirlik, hastanede yatak kalmaması, yapılan müdahalelerin ve kaynakların boşa gitmesi, bu kaynakların tedavinin mümkün olduğu diğer hastalara aktarılması gibi nedenler sebep olmaktadır ve genelde aileler hastanın taburcu edilmesi yönünde karar vermektedir. Ölüm döşeğindeki hastaların çoğu evde yalnız ölmeyi tercih etmektedir. Toplumsal algının bu noktada değiştirilmesi ve sağlık profesyonellerinin sadece tedaviye odaklanmanın yanında bakıma da önem vermesi gerekmektedir.

Birçok ötanazi isteğinin oluşmasında etkili olan faktör alternatiflerin farkında olmama durumudur. Hastalar doktorlarından “Artık yapılacak bir şey kalmadı.” cümlesini duyduklarında bu isteğe çekilirler. Ama hastaların birçoğu doktorlarından palyatif bakım ile birçok şey yapılabileceğini, semptomların kontrol altına alınabileceğini duyduğunda ötanaziyi istememiştir ve ileride de istemeyeceği düşünülmektedir.

Sağlık hizmetlerinin ticarileşmesi: Fakir ailelerin durumu olmamasından ötürü tedavi masraflarını karşılayamadıkları için tedaviyi reddetme veya geri çekme sorunsalı sebebiyle pasif ötanazi ülke çapındaki hastanelerin büyük çoğunluğunda gerçekleşmektedir. Yüksek mahkeme eğer ötanazi yasallaşsaydı ticari sağlık sektörü birçok engelli veya yaşlı hastaya az bir ücret karşılığında ölüm cezası uygulayabileceğini vurguladı.

Araştırmalar ötanazi isteyen birçok hastanın majör depresyonda olduğunu ve ölüm isteğinin depresyonla ilişkili olduğunu gösterdi. Aynı zamanda Hindistan ortamındaki 191 ileri seviye kanser hastasından ciddi ölüm isteği olan 3 hastanın şiddetli depresyonda olduğu görüldü. Bu hastaların palyatif ve rehabilite edici bakıma ihtiyacı var. Onlar hevesli, şefkatli ve hümanist sağlık profesyonelleri tarafından bakılmak istiyor. Bu süreçlerin masrafları da devlet tarafından karşılanmalıdır. “Yaşama hakkı” bir gerçeklik haline gelmekte ve “haysiyetle ölme hakkı”ndan önce gelmelidir. Aslında palyatif bakım haysiyetli bir ölüm sağlamaktadır ve bu ölüm hasta ve tıbbi görevliler tarafından iyi değerlendirilmelidir.

Ötanazi Destekçilerinin Argümanları

Tıbbi görevlilerin yükü: “Ölme hakkı” savunucuları tedavi edilemeyen, dejeneratif, engelli bırakan veya elden ayaktan düşüren durumların haysiyetle ölme hakkına izin verilmesi gerektiğini savunuyorlar. Bu argüman bazı kronik hastalıklara (chronic debilitating) kadar genişletilebiliyor. Tıbbi görevlilerin yükü büyük ve bazı noktalarda finansal, duygusal, zamansal, fiziksel, ruhsal ve sosyal durumların ötesine geçebiliyor. Bu nedenle her ne kadar olağandışı olsa da psikiyatrik sorunu olan hastaların ailelerinden direkt hastaya veyahut kendilerine bir zehir verilmesi talebi duyulabiliyor.

Tedaviyi reddetme: Tıbbi tedaviyi reddetme hakkı hastaya güç verse veya ömrünü uzatsa bile hukukta sıklıkla duyulan bir durum. Örneğin, lösemiden muzdarip olan bir hasta tedaviyi reddedebilir veya nazogastrik tüp yoluyla beslenmeye karşı çıkabilir. Tedaviyi reddetme hakkı pasif ötanaziye bir yol oluşturur. Birçok kişi de 16 haftadan önce hamileliğin sonlandırılmasına izin vermenin aktif istemsiz ötanazi olduğunu düşünüyor. Sağlıksız bebeklerin öldürülmesi sorunu hala Hollanda’da tartışılmaktadır.

Ölme hakkı: Kalıcı bitkisel hayattaki birçok hasta veya kronik hastalığı bulunun bazı hastalar ailelerine yük olmak istemiyor. Bu noktada ötanazi “ölme hakkı”nın onurlandırılarak “yaşama hakkı”nın savunulduğu bir yöntem olarak görülebilir.

Organ naklinin teşvik edilmesi: Hastalığın son evrelerindeki hastalarda ötanazi organ bağışı için bir şans doğurmaktadır. Bunun sonucunda organ yetmezliği bulunan transplantasyon bekleme listesindeki birçok insana yardımı dokunacaktır. Ötanazi sadece “ölme hakkı”nı sağlamamakla beraber organ ihtiyacı olan hastalara da “yaşama hakkı” sunmaktadır.

Kaynakça

Euthanasia: Right to life vs right to die. (2012). Indian Journal of Medical Research, 899-902.

Yazar: Hamit Can Haydaroğlu

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu