TÜRKİYE’DE TIP KONGRELERİ VE ÖĞRENCİLER İÇİN ÖNEMİ ÜZERİNE
Tıpkı diğer tüm bilimlerde olduğu üzere, tıbbın da güncellenebilirliğini ve devamlılığını sağlamasında iki temel metottan söz edilebilir: Bir eylem olarak sahada ya da klinikte icra edilen bilimin kendine has literatürüyle herkesin hizmetine sunulduğu bir yayın kültürü ve bu yayın kültürünün üstüne bina edilen, bu bilimin diğer meslektaşlarla daha sosyal ortamlarda paylaşıldığı ve tartışıldığı kongre kültürü. Evet, bu metotların her ikisine de bir kültür nazarıyla bakabilmek diğer tüm tanımlamalar içerisinde en yakışan ifade. Bir önceki yazımda da dile getirdiğim üzere tıp bir bilim olagelmişse de, olmazdan evvel ve olduktan sonra da kökeni hep bir anlatı kültürüne dayanmıştır.
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE’DE TIP KONGRELERİ
Tıp kongrelerinin modern Türk tıbbı üzerindeki önemine biraz da ulusal ve tarihsel bir perspektifle yaklaştığımızda ilk karşılaşacağımız dönüm noktası 3 Mart 1867’de Sultan Abdulaziz’in talimatıyla kurulan Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane’dir. Bu cemiyetin ilk ve en önemli misyonu; o güne değin Türkiye’de Fransızca olarak verilen tıp eğitiminin resmi olarak Türkçe’ye çevrilmesiydi. O yıllarda söylemesi cesaret isteyen bu misyonun çok sayıda muhalifi olmasının yanı sıra bu muhaliflerin büyük çoğunluğunu yine o dönemki Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane hocaları oluşturuyordu. (1)
Şaşılası ve gıpta edilesi bir surette henüz tıp öğrencisi olan ve sayısı bir düzineyi geçmeyen bir grup gencin* düzenlediği gizli toplantılar sayesinde başlayan hareket; zamanla bu tıbbiyelilerin sayısının artması, mezun olmaları ve hocalığa başlamaları ile fikirlerini hayata geçirdi (hocalığa başlayarak fikirlerini hayata geçirmeleri) ve Türkiye’de ilk Türkçe tıp eğitimini vermeleriyle çevrede büyük yankı uyandırdı.
Bu mücadele, Anadolu tarihinde belki de ilk kez; tıbbiye hocalarının bile tıp öğrencilerine karşı yanılabileceğinin ve tıpta –her ne kadar tecrübenin tartışmasız üstünlüğü kabul edilse bile- genç ve dinamik beyinlerin bir şeyler başarabileceğinin ispatı idi.
Kurulmasının ve böylesine ilgi toplamasının ardından cemiyetin ilk projelerinden biri 1873 yılında tamamlanan ilk Türkçe ‘’Lugat-ı Tıbbiye’’ olmuştu. 1910 yılında Osmanlı Hükümeti tarafından resmen tanınan cemiyet, savaşlar ve işgal altında geçen sonraki on sene boyunca çalışmalarına ara vermemiş ve imkansız gözükse de 20 önemli tıp kitabını Türkçeye çevirmeyi başarmıştır. (2)
Cumhuriyet’in kurulmasıyla öncekinden daha büyük bir azimle yola devam eden ve artık Türkiye Tıp Encümeni adıyla faaliyet gösteren cemiyet, ilk kez 1925 senesinde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün de teşvik ve himayelerinde TBMM’de ‘’Birinci Milli Türk Tıp Kongresi’’ni gerçekleştirdi. Türkiye’nin dört bir yanından toplamda 592 hekimin katıldığı kongrede, Ankara’dan Dr. Naime Hanım ve İstanbul’dan Dr. Hayrunnisa Hanım da kongrenin iki kadın hekimi olarak heyetin içerisinde bulunuyordu. (3)
1925 yılından 1968 yılına değin Türkiye’de toplamda 20 milli tıp kongresi düzenlenmiş olup, 6. kongrede tıbbi yayınlar ve 15. kongrede ise ilaç firmaları da bu harekete dahil olmaya başlamıştır. (4)
Birinci Milli Türk Tıp Kongresi’nin açılış konuşmasında Sağlık Bakanı Refik Saydam’ın ortaya koyduğu hedef, bugün tıbbiyelilerce ve hekimlerce hala en önemli görevimizdir:
‘’Türk Milleti asri, uygar ve mükemmel bir hayatı hak etmiştir ve bunun için Türk doktorunun da birtakım görevleri vardır. Bu görevler Misak-ı Tıbbi halinde şu üç esasta toplanabilir:
- Türk tabibi kendi hayatı ve mesleği ile örnek olmalıdır.
- Türk tabibi yalnız kendi hayatı ve işine bağlı kalmayarak, toplumsal alanda da halkın iyi ve sağlıklı yaşaması için gerekli kuralları anlatarak, ortalama ömrün uzatılması için iş gücünün artırılması, her konudaki gelişimi ve ilerlemesi için tesirli bir rehber olacaktır.
- Türk tabibi sadece şehir hayatına kapılmayarak hayırlı tesirlerin şehirden kasabalara özellikle köylere kadar yayılmasını sağlayarak köylünün de sağlıklı, üretken, medeni bir şekilde yetişmesine yardımcı olacaktır.” (5)
Her ne olursa olsun, yaklaşık bir asır evvel düzenlenen ilk Milli Türk Tıp Kongresi mücadelesinin arkasındaki o ilk isimlerin tıp öğrencileri olması; bugün ve yarın, bizlerin Türkiye’nin dört bir tarafında ve pek tabi Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde daha iyi ve daha büyük öğrenci kongreleri için çabalarken esas aldığımız en büyük gurur ve motivasyon kaynağıdır.
Gerek yetişmesi gerekse icra edilmesi bakımından tıp, bizler için asla kitaplara hapsedilebilecek bir malumat ya da bireysel ortaya konabilecek bir çaba olamaz. Pek tabi yeri geldiğinde boyca kitaplar arşınlayarak, yeri geldiğinde bir büyüğün “dizine çökerek” ve yine gerektiğinde sahada “kan” ve ter dökerek hem öğrenilir hem icra edilir. Ezcümle ile bu yolda devam edenlerin ve bilhassa yeni başlayan herkesin altını çize çize bilmesi gerektiğini öne sürdüğümüz ilk savımız; tıbbın felsefesinin ve tıbbın kültürünün, tıbbın kendisinden önce öğrenilmesi gerektiği ve akabinde bu kültürün sahiplenen herkesçe kendi hayatına tatbik edilmesidir.
Bizim; hocalarımızın dersine girmek, günün onca boş saati varken daha güneş doğmadan okula gelmek, hocalarımızla hasta başında vakit geçirmek veya onların karşısında saçımızın, sakalımızın tertibinden önlüğümüzün ütüsüne değin takındığımız tavrın amacı herhangi bir textbooktan ezberlenecek malumatın tekrarı değildir; öğrendiğimiz, bizzat bu kültürün kendisi, tabir-i caizse tıbbın “adab-ı muaşeretidir.”
Tıp kongrelerinin temeli olarak tıp öğrenci kongrelerinin bugün primer misyon olarak bilimin evrensel deryasına bir damla dahi olsa katkıda bulunmak olduğu söylenegelmişse de daha derinde bir kongrenin nihai amacının işte bu kültüre katkı sağlamak olduğunu ısrarla belirtmek zorundayız.
Bir kültür olarak tıbbın tatbik ve neşri, fakülteler arası diyalogların öğrenciler düzeyinde gerçekleştirilebilmesi, her hekimin ihtiyaç duyduğu ve bizim hep ısrarla önemine dikkat çektiğimiz gerekli networkün kurulabilmesi ve gala yemekleriyle bu iletişimin kuvvetlendirilmesi, öğrencilere sunum yapabilmeleriyle akademik anlamda kendilerini ispat etme imkanının sunulması, yoğun ders programına iki-üç gün dahi olsa ara vererek bu süreci öğrenerek ve keyif alarak geçirme fırsatı burada tek çırpıda sayabileceğimiz diğer kazanımların yalnızca birkaçı.
Bir tıp öğrenci kongresinde elbette her şey bir kenara, en büyük katkı belki de o kongreyi organize edenlerin oluyor. Çünkü –akademik danışman hocasının yönlendirmesi dışında- ortada hiçbir şey yokken, ilk kıvılcımdan o en büyük heyecana kadar tüm planlama, programlama ve çaba yine organizatör öğrencilere aittir. Bu süreç, gerek ortaya yaratıcı bir fikir konabilmesi gerekse bu fikrin hayata geçirilmesiyle geride, işin içinde bulunan her bir öğrenciye istikbal için bir tecrübe ve mazi için hatırlanacak tebessüm ettiren anlar bırakıyor. Aynı şekilde her hekimde bulunması gerektiğine inandığımız kriz yönetimi becerisi, eğitim hayatımız boyunca yine en çok kongrelerin hazırlık sürecinde kazanılıyor. Keza bir kongre düzenleneceği sırada ekibe yaptığımız ilk hatırlatma da bunun üzerine oluyor:
Türkiye’de tıp öğrenci kongrelerini en çok sahiplenen öğrenci kulüpleri olarak bilimsel araştırma toplulukları (BAT) ve onlara bir çatı olarak UluBAT, dünden bugüne yüzlerce kongrenin hayata geçirilmesinde en geniş çaplı organizasyonlardır.
Türkiye’nin en kadim bilimsel araştırma topluluklarından ve UluBAT’ın da üç kurucu topluluğundan biri olan GÜTBAT, kurulduğu 1990 tarihinden bu yana geçen 32 yıllık süreçte toplamda 8 ulusal kongreyi mazisine sığdırmayı başardı.
GÜTBAT ekibi olarak, bugünlerde ise önümüzdeki hafta sonu icra edeceğimiz yepyeni bir kongrenin heyecanını yaşıyoruz.
IX. ULUSAL KONGRE: BEYİN ve SİNİR CERRAHİSİ
2021-2022 akademik yılının ilk günlerinden itibaren aylardır ortaya konan çabayla nihayet son şeklini verdiğimiz IX. Ulusal Kongre, henüz ortada hiçbir şey yokken daha ilk toplantılarda konunun belirlenmesiyle başladı. Toplantılara katılan belki de herkesin ortak fikri, kongrenin kesinlikle bir cerrahi kongre olması gerektiğiydi. Göz cerrahisi ve nöroşirürji olarak iki ana temanın tartışıldığı oylamada açık ara kazanan nöroşirürji olmuştu. Artık bir sonraki görevimiz, bizleri kabul edecek, akademik anlamda eksiklerimizi kapatacak ve yönlendirecek bir danışman hoca belirlemekti. Henüz ilk ziyaretimizde bizleri kırmayarak teklifimizi kabul eden Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirürji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Hakan Emmez, gece-gündüz demeden hiçbir yardımı esirgemeyerek yükümüzü oldukça hafifletmişti. Kendisine bir kez daha teşekkürü bir borç biliriz. Sırada adım adım bilimsel programı planlamak vardı.
KONGRENİN BEL KEMİĞİ: BİLİMSEL PROGRAM
Bir kongrenin olmazsa olmazı nasıl ki bilimsel programsa, bir bilimsel programın da olmazsa olmazı etraflıca bir araştırma yaparak ilgili alanda güncel gelişmeleri belirlemek ve konu üzerinde konuşabilecek donanımlı hocalara ulaşmak. Sayısı on dördü bulan bilimsel ekibimizin her bir üyesiyle haftalarca yaptığımız araştırmalar sonrası bilimsel alt programı da altı oturumda toplayarak hazır hale getirdik. Türkiye’nin ve dünyanın muhtelif üniversitelerinden ulaştığımız hocalarımıza davet mektuplarını göndererek programımızı kesinleştirdik. Akademik anlamda taviz vermediğimiz bu program, danışman hocamızın da desteğiyle Birleşik Devletler’de görev yapan birtakım hocalarımızın bile teklifimizi kabul etmesiyle sonuçlandı. IX. Ulusal Kongrenin her oturumunda bu sebeple birer tane video-konferans sunumu dahil etmiş olduk.
İstisnai durumlar haricinde, oturum sonlarında yapılan öğrenci sunumları (aktif katılımcı) uzun süredir artık kongrelerin bir rutini haline gelmişti. Bizler de GÜTBAT Bilimsel ekibi olarak öğrenci arkadaşlarımıza böyle bir imkan sunmak maksadıyla sunum başlıklarımızı hazırlayarak aktif katılımcılarımızı seçmeye başladık. Bu katılımcılar, yine bilimsel ekibimiz içerisinden seçilen bir jüri ile önceden belirlenmiş kriterler çerçevesinde değerlendirilecek ve dereceye giren üç arkadaşımıza, bizlere sponsor olan dershanelerce indirim ödülü verilecek.
Önceki tüm kongrelerimizde olduğu gibi IX. Ulusal Kongrede de ek oturumlarımızı ihmal etmedik ve altı nöroşirürji oturumunun dışında belirlediğimiz üç ek oturumun ilkini de bilimsel ekip olarak üstlendik. ‘’Yeni Bilim: Bağlantısallık, Yeni Kültür: Yaşamdaşlık’’ adlı kitabın da yazarı Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi dekanı Prof. Dr. Türker Kılıç, bu ek oturumumuzda bizlere nörofelsefe üzerine bir sunum gerçekleştirecek.
Disiplin, özveri ve cesaret olmadan bir kulaç mesafesi bile yol alamayacağımız bilimsel program sürecinde bu sebeple emeği geçen her bir arkadaşımıza teşekkürü bir borç biliriz.
GALA YOKSA KONGRE DE YOK: SOSYAL PROGRAM
Öğrenci kongrelerinin günümüzde vazgeçilmezi olarak kabul edilen gala yemekleri, GÜTBAT olarak bizlerin de üzerinde en çok durduğumuz etkinliklerin başında geliyor. Toplamda 50 farklı fakülteden yüzlerce başvuru aldığımız IX. Ulusal Kongrede de ülkenin yine her köşesinden gelen arkadaşlarımızla aynı masada buluşabilmek; hem tanışabilmek hem kendi eğitim kurumlarımız hakkında birinci elden fikir edinebilmek ve hem de mezun olduğumuzda ihtiyaç duyacağımız mesleki çevreyi henüz öğrenciyken edinebilmek gala yemeklerimizin primer maksatlarından.
Elbette gala yemeği bir yana, GÜTBAT Sosyal ekibi kongre hazırlık sürecinde sahada en çok bulunan ve çalışan ekibimiz. Yer yer oldukça eğlenceli vloglarla da desteklediğimiz sosyal program sürecinde ekibimiz, yine konaklama ve ulaşım araçlarının ayarlanması gibi başka birtakım görevleri de üstlendi.
Kongrenin ikinci ek oturumu olarak planladığımız ‘’Tıp ve Sanat Oturumu’’ ise yine GÜTBAT Sosyal ekibinin öncülüğünde Prof. Dr. Ahmet Sınav ile Cumartesi günü yapılacak. Ahmet hocamızla daha önce, 2019 senesinde GÜTBAT olarak benzer bir konu üzerine ‘’SPECİALİST’’ etkinliği gerçekleştirmiştik.
EN YARATICI SÜREÇ: WORKSHOPLAR
Bundan yaklaşık üç yıl kadar önce henüz GÜTBAT Sosyal ekip başkanlığı yapmaya başladığım dönemde bu sözcüğün ne anlama geldiğinden bile haberim yoktu: Türkçe’ye ‘atölye çalışması’ olarak çevirebileceğimiz workshoplar; kongrelerimizin bir parçası olarak veya tamamen bağımsız icra ettiğimiz tek oturumluk etkinliklerimiz.
Küçük gruplarla, mümkünse hiçbir katılımcımızı dışarıda bırakmadan hem bir şeyler öğrenebilmek hem sosyalleşebilmek amacıyla düzenlediğimiz workshoplar yer yer ilgilisine devamını getirebileceği hobiler de kazandırıyor. VIII. Ulusal Kongreden itibaren önceki hiçbir kongrede üzerine düşülmediği kadar kafa yorduğumuz ve emek harcadığımız workshoplarımızın şahsi kanaatimce en önemli kazanımı, okulumuzda yarına bırakacağımız birtakım eserler olmuştur. Neticede gaye, geride hoş bir sada bırakabilmek olmalı.
SABIR GEREKTİREN BİR GÖREV: BASIN-YAYIN
Söz konusu basın-yayın olduğunda, yeni bir şeyler tasarlamak olduğunda ne yazık ki –ya da iyi ki :)- herkesin söyleyecek bir şeyleri oluyor. Zira ekip üyemiz sayısınca da estetik yargılar oluyor. Yine de herkesin içine sinen bir kongre afişi tasarlamak zor olsa da imkansız değil. Haftalarca yapılan toplantıların ve fikir alışverişlerinin sonunda nihayet kongre afişimize de son şeklini vermeyi başardık. Aynı şekilde ana temamız esas alınarak yaka kartlarımız, broşürlerimiz, baskılarımız ve katılım belgelerimiz de hazır hale getirildi.
Görev aldığı ve emek verdiği süre boyunca basın-yayın ekibinin ortaya çıkardığı harika işlerin hepsi; bir ilk izlenim olarak henüz kongrenin ne olduğunu bile bilmeyen pek çok arkadaşımız için kritik bir önem taşımakta ve yine aynı özveriyle kongre sırasında ve sonrasında da yapılacak her şey, geriye dönüp baktığımızda yüzlerimizde tatlı bir tebessüm bırakacak içeriklerin üretilmesi adına.
HERKESİ İLGİLENDİREN BİR EK OTURUM: MALPRAKTİS
Hekim haklarının günden güne gasp ve göz ardı edildiği bir sağlık sisteminde malpraktis sorunu, görev yapan ve yapacak her meslektaşımızı uzaktan-yakından alakadar eden evrensel bir mesele.
GÜTBAT Farkındalık ekibimiz bu yıl, IX. Ulusal Kongrede kendisi için ayrılan ek oturumunda; hekim hukukçusu ve işletme uzmanı Mete Salih Aker hocamızı geçmişten günümüze malpraktis sorunları ve çözüm önerilerini tartışacağımız sunumuna davet etti. Bizleri kırmayarak davetimizi kabul ettikleri için kendisine teşekkürlerimizi sunarız.
Geçen on yıllar boyunca, bizden önceki genç tıbbiyelilerin ortaya koyduğu mücadele ne ise, GÜTBAT ailesi olarak dünden bugüne ortaya koyduğumuz mücadele de bundan farklı değildir.
Tıp biliminin evrensel misyonunu asla unutmadan; bir buçuk asrı aşan süredir ilmek ilmek örülen Türk tıbbiyelilerinin bu vizyonunun farkına vararak omuzlarımızda taşıdığımız sorumluluğun bizlere onlar tarafından bırakılmış milli bir miras olduğunun bilincindeyiz.
Akademik kaygılar, sosyalleşme ihtiyacı ve daha birçok periferik amaç bir yana, Türk tıbbının, Türk tıp kültürünün yeniden ait olduğu ve hak ettiği yere taşınabilmesi için atılacak her adım bizatihi görevimizdir.
Otuz iki yılık mazimiz ve sayısı 60’ı bulan ekibimizle ilk günkü aşk ve heyecanla;
‘’HADİ HARİKA BİR ŞEYLER YAPALIM!’’
KAYNAKÇA:
*Cemiyetin kurucuları öğrenciliğinden beri bu mücadeleyi vermiş olup o tarihte mezun olan Kırımlı Aziz İdris, Hüseyin Remzi, İbrahim Latif (İbrahim Lütfi), Hüseyin Sabri, Vahit Efendi, Emin Efendilerdi.
1-2-3-4: Milli Türk tıp kongreleri (1923-1968) ve Türkiye sağlık politikalarına etkileri, AYTEN ARIKAN, İstanbul Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü / Deontoloji ve Tıp Tarihi Ana Bilim Dalı (Doktora tezine ulaşmak için tıklayın)
5: 1. MTTK (1-3 Eylül 1925) Müzarekatı, İstanbul, 1926, Kader Matbaası