TIBBİYELİ HİKMET BORAN VE 14 MART
Bir tıbbiyelinin hikayesi… Balıkesir’in Savaştepe ilçesinde dünyaya gelen Hikmet Boran, bir telgraf memuru olan Hakkı Bey’in oğludur. Abhazya’dan sürülen Çerkez göçmenleri arasında Trabzon’a gelmiş bir
ailenin çocuğudur.
Hikmet Boran yükseköğrenimini İstanbul’da Tıbbiye Mektebi’nde yaparken İstanbul 13 Kasım 1918’de işgal edilir. İstanbul’un işgal edilmesiyle birlikte 1919’un Mart ayında Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane, İngiliz birlikleri tarafından ele geçirilir. Okullarını kurtarmak için çare arayan Tıbbiyeliler, tıbbiyenin kuruluş tarihi olan 14 Martı hep birlikte kutlamaya karar verdiler. Asıl amaçları işgal kuvvetlerine tepki göstermek, tüm yurttaki işgalleri protesto etmekti.
Tıbbiyeliler 14 Mart 1919’da tıbbiye 3. Sınıf öğrencisi olan Hikmet Bey’in önderliğinde büyük bir gösteri yaptılar ve okulun iki kulesi arasına büyük bir Türk Bayrağı astılar. Bunu gören işgal kuvvetleri, olaya müdahale etseler de engel olamadılar. Böylelikle 14 Mart resmen tıbbiyelilerin tepkilerini gösterdikleri, milli tavırlarını ortaya koyduğu gün olarak tarihe geçer. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra 14 Mart tarihi her yıl Tıp Bayramı olarak kutlanmaya başlamıştır.
Tıbbiyenin İstanbul’da gerçekleştirilecek olan mitingleri düzenleyen ve örgütleyen kurumların başında geldiğini, tıp fakültesi adına ilan edilen şu nutuktan da anlıyoruz; “Kan dökerek kahramanlıkla ölmeyi tercih ediyoruz. Miting istiyoruz, umum Darülfünunlulara, âlemi insaniyete hitap edilmesini istiyoruz.”
İşgallere karşı böyle bir duyarlılığa sahip olan Tıbbiye, Mustafa Kemal Paşa tarafından Anadolu’da başlayan bağımsızlık savaşına başından sonuna kadar destek vermiştir. Tıbbiyede yapılan bir toplantıda öğrenci Emin Al (Şavlı) Bey, “Arkadaşlar; imza toplamak, bildiri dağıtmak gibi şeyler boştur, yapılacak İş, bugünlerde Anadolu’ya geçen kumandanın arkasından gitmek ve orada hizmet etmektir.” ifadelerinde bulunmuştur.
Bu destek çevresinde, ulusal savaşı merkezileştirme çabalarının önemli bir aşaması olan Sivas Kongresi’ne Tıbbiye adına delege gönderilmesi çalışmaları, 1919 yılının yaz aylarında başlamıştır. Çalışmaların başlamasında Tıbbiye içerisinde Anadolu ile yakın ilişki içerisinde olan Parmaksız lakabı ile tanınan Dr. Talat Bey’in önemli bir rolü olmuştur. Dr. Talat Bey sayesinde, öğrencilerden Yusuf (Balkan) ile temasa geçerek, Tıbbiye adına Sivas Kongresi’ne gönderilecek olan delegelerin seçimine yönelik olarak bir toplantının gerçekleştirilmesi sağlanmıştır.
Rütbe meseleleri ve mezuniyet öncesi yaklaşan sınavlar nedeniyle son sınıf öğrencilerinden katılımın az olduğu ve okulun hamamında göbek taşı üzerinde gerçekleştiren toplantıda, kongreye katılacak olan delegelerin aklıselim ve yurtseverce davranacakları ve memleketin bağımsızlığı için mücadele edecekleri kararları alındı. Üçüncü sınıf öğrencilerinden Yusuf ve Hikmet Beyler, kongreye gönderilecek delegeler olarak seçildi. Seçilen iki delegenin gönderilmeleri için gerekli olan ulaşım giderlerinin karşılanması amacıyla toplantıya katılanlar arasında para toplandı. Fakat toplanan 9,5 liraydı ve bu parayla ancak bir kişinin ulaşım bedeli karşılanabiliyordu. Bunun üzerine Yusuf Bey’in teklifi doğrultusunda Hikmet Bey’in, kongreye Tıbbiyelilerin temsilcisi olarak katılması kararı alındı.
Hikmet Bey, Sivas Kongresi’ndeki delegelere ve ayrıca Anadolu’ya dağıtılmak üzere, İzmir’in işgalini konu alan “İzmir Faciaları” isimli bir kitabı da yanında götürdü. İstanbul Jandarma Komutanı Ali Kemal Paşa’dan elde edilen gizli belgelerle, düzeltme ve baskı işlerinin geceli gündüzlü yedi gün sürdüğü, hazırlanmasında bizzat Nermi (Karadeniz) ve Hikmet Bey’inde yer aldığı kitap, Maarif Kütüphanesi’nde Matbaacı Ali Şükrü Bey tarafından 1000 nüsha olarak basıldı. Kitap, Hikmet Bey tarafından kongre delegelerine dağıtıldı.
Kongrede manda tartışmalarının hararetlendiği, kongre delegelerinin çoğunluğunun manda lehine döndüğü anlarda, Mustafa Kemal ve onun gibi düşünenlere güç veren manda düşüncesine karşı en sert tepkilerden birini, kongrede daima ileri ve inkılâpçı fikirlere önderlik etmiş olan Tıbbiyenin delegesi Hikmet Bey gösterdi. Mazhar Mufit Kansu, Tıbbiyeli Hikmet’i; “İstanbul efendi ve paşalarına vatansevertikte, memleketçilikte, milliyetçilikte rehber ve örnek olacak ölçüde doğru düşüncenin, milli inanç, heyecan ve imanın sahibi” olarak tanımlıyordu.
Tıbbiyeli Hikmet’in, Mazhar Müfit üzerinde böyle bir etki yaratmasına ve bu cümleleri kurdurmasına neden olan olay, manda tartışmalarının hararetle tartışıldığı 9 Eylül günü, görüşmelerin ardından bir akşam toplantısında, manda aleyhinde Mustafa Kemal Paşa’ya karşı yapmış olduğu konuşmaydı. Sanki birdenbire ateş ve heyecan kesilmiş olarak yüksek sesle şu ifadeleri dile getirmiştir: “Paşam, murahhası (delegesi) bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya İstiklal davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olursa olsun şiddetle ret ve takbih ederiz. Farzımuhal manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve tel’in ederiz”
Gazi Paşa, Tıbbiyenin üçüncü sınıfında öğrenci olan ve de Sivas Kongresinde İstanbul’u temsil eden üç delegeden birisi olan Hikmet Bey’in bu tepkisine kızmamış aksine, mutlu olmuştur. Çünkü Amasya Genelgesini imzalayan arkadaşlarının “manda” fikrine kapılmasından büyük bir rahatsızlık duymaktaydı. “Müsterih ol çocuk!” dedi…“Gençlikle gurur duyuyorum. Azınlıkta kalsak bile, mandayı kabul etmeyeceğiz.” “PAROLAMIZ TEKTİR: YA İSTİKLAL YA ÖLÜM!”
Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulunca; Hikmet Bey, arkadaşı Yusuf (Balkan) Bey’le birlikte, Tıbbiyedeki öğrenimini yarıda bırakarak Ankara’ya geldi. İki arkadaş Cebeci’deki Asker Hastanesinde görevlendirildiler. O tarihte “tifüs salgını” halkımızı ve özellikle cephedeki askerimizi kırıp geçirmekteydi. Onlar, tifüse karşı aşı üretmek için deneklik de yaparak Tabip Albay İbrahim Tali Bey’in (Öngören) başkanlığında gece gündüz çalıştılar. Bu başarıları ödüllendirildi, Teğmen rütbesi verildi. Hikmet Bey, sıhhiye subayı olarak Büyük Taarruza katıldı. Zaferden sonra İstanbul’a dönerek tıbbiyedeki öğrenimini tamamladı.
Aradan yıllar geçtikten sonra Tıbbiyeli Hikmet Bey, Mustafa Kemal Atatürk tarafından hatırlanır. Bunu Mahmut Goloğlu şöyle anlatır: “Aradan yıllar geçmiştir. Günlerden bir gün sofrasında eski günleri anan Atatürk, tıp öğrencisi Hikmet Efendi’yi hatırlar. Hemen bulunup mebus yapılmasını emreder. Fakat Mazhar Müfid Kansu üzüntü ile boynunu bükerek, Hikmet Efendi’nin öldüğünü söyler. Çok üzülen Atatürk sofrayı dağıtır.”
Fakat Hikmet Bey hayattadır ve albay rütbesiyle bir askeri hastanenin başhekimliğini yapmaktadır. Hikmet Bey, Atatürk’ü çok sevmesine rağmen ondan bir şey ister duruma düşmemek için hiçbir zaman kendini Atatürk’e hatırlatmayı düşünmemiştir. Hatta Atatürk onun bulunduğu bölgeye geldiği zaman bile kendisine görünmemiştir. Atatürk’ün ölümünden birkaç ay sonra da Mazhar Müfid Kansu tesadüfen yolda Dr. Hikmet (Boran) Bey’e rastlar, boynuna sanılır, yaptığı yanlışlığı anlatır, özür diler.
1943 yılında zamanın tek siyasi partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi tarafından Balıkesir’den milletvekili adayı yapılması istenir. Burada da şanssızlık yakasını bırakmaz. “Balıkesir’in yabancısıdır. Karadenizli, Giresunludur.” propagandasıyla bu imkânı kaybeder. Hâlbuki Dr. Hikmet (Boran) Balıkesir’in Savaştepe bucağındandır, fakat Savaştepe bucağının o günkü adı Giresun’dur.
1901 yılında Balıkesir’in Savaştepe bucağında doğan Dr. Hikmet Boran, 1945 yılında verem hastalığından ölmüştür. Saygı ve minnetle anıyoruz…