Öncelikle bu konuya değinmek istememin sebebi, tıp sektörünün ve ülkemizin geldiği durumun bir özeti olarak görmemdir. Yazımı beş başlık altında kaleme alacağım. Sizlerden ricam her başlık üstünde ayrı ayrı düşünmeniz ve kendi muhakemenize sunmanızdır.
1-AİLE EĞİTİMİ:
Bu başlığı iki ayrı parçada inceleyeceğiz.
İlk kısımda bir çocuğun ailesini örnek alması üzerinde duracağız.
Her çocuğun kişiliği, fikirleri, hayat görüşü öncelikle ailesini taklitle başlar. Evde gördüğünü, kendisine rol model aldığı anne ve babasından gördüğünü hayatına uygulamakla başlar her şey. Duruma bu çerçeveden baktığımızda her akşam televizyon izleyen, sohbet etme alışkanlığı olmayan ebeveynlerin evladı ile, kitap okuyan, sohbet eden ebeveynlerin evladı tabi ki bir olmuyor. Ailesinin elinde kitap gören bir çocuk ‘’Kitap nedir? , Neden okunur? ’’ sorularıyla erken yaşta tanışır. Kendi iç muhakemesiyle beraber bu soruları sorduğu ailesinden, ‘’ Kitap; düşünmek, yeni bilgiler öğrenmek ve hayal dünyasını geliştirmek için okunur. ’’ cevabını alan çocuk, ilk ve en önemli derslerinden birini almış olur.
Ev içinde çeşitli konularda edilen sohbetler, tartışılan konular, çocuğun fikir dünyası üzerine büyük katkıda bulunur, düşünmeyi, yorum yapmayı öğretir ona. Yeri gelir siyaset, yeri gelir, sanat, yeri gelir spor ve hatta gündelik konular çocuk için açılan yeni ufuklar ve ilgi kaynağı niteliğindedir. Bu süreçten sonrasını fıtrat gereği öğrenme ve merak etme yetileriyle donatılmış olan çocuk için araştırma, yorumlama kısmı alır. Özetle; düşünen ve sorgulayan aileden, düşünen ve sorgulayan bireyler yetişirken, günümüz işleriyle yozlaşarak belli yetilerini kaybetmiş ailelerden de aynı sorunlara sahip bireyler yetişir.
Başlığımızın ikinci kısmına geçiyoruz. Bu kısımda ise çocuğu yönlendirme ve destekleme üzerinde duracağız.
İlk kısımda da belirttiğim gibi çocuklar ebeveynlerinden etkilenmeye çok açıktır. Henüz ilkokula başlamamış bir çocuğu zorlamadan; boğmadan, dil eğitimine, satranç gibi zihin aktivitelerine, sanata yönlendirmek ona kapı açacak, ilgi odağı oluşturacak ve entelektüel gelişimine büyük katkı sağlayacaktır. Kursa yollayıp bırakmakla bitmiyor iş tabi ki. Takibini yaparak, evde sohbetini yaparak, hatta beraber pratiğini yaparak en sağlıklı ilerleme katedilecek ve çocuğun benimsemesine, hobisine bağlanmasına katkı sağlanacaktır.
Kendisine hobi edinmiş ve bu konuda kendini geliştirmiş olan çocuk okula başladığında bu özelliği ile ön plana çıkacak, öğretmeninin ve arkadaşlarının takdiri ile hem özgüven kazanacak hem de uğraşına biraz daha bağlanacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus da çocuğu tek bir noktaya kilitleyerek onu boğmamak ve ilerde bırakabileceğini veyahut istediği seviyeye gelemeyebileceğini düşünerek, gelecekte bu bireyi kimlik bunalımına sokmamaktır.
2-DEVİR:
Çocukluktan başlayalım süreci izlemeye.
Son on yılın hekim ve hekim adayları, televizyonla başlayıp bilgisayarla devam eden teknoloji çağında büyüdüler. Çocuklukta tatlı gelen o çizgi filmler dozunda olması gerekirken yirmi dört saate yayıldığı zaman günlük hayattan soyutlayıp, hayal dünyasında geçirilen bir çocukluk serüvenine sebep oldu. Aileler fark etmediler ancak bu soyutlanma çocukların fikir ve muhakeme yetisine zarar verdiği gibi küçük yaşta yaptırılması gereken basit zihin ve el aktivitelerine engel oldu. Bu durum da çocukların kişisel gelişimine büyük darbe vurdu.
Televizyon saplantısıyla büyüyüp okul çağına gelen bu çocuklar, bilgisayar da işin içine girince iyice günlük hayattan uzaklaştılar. Zamanlarının büyük çoğunluğunu teknolojik aletlerle geçiren bu nesil düşünmekten uzak, çizgisiz ve apolitik büyümeye mahkum kaldı. Günlük hayata döndükleri zaman da dikkat dağınıklığı ve aidiyet hissinin zayıflığıyla karşı karşıya kaldılar.
Tüm bunları toparladığımız zaman görüyoruz ki; kitapla, resimle, müzikle büyüyen neslin yerini sürekli oyun oynayarak, çoğu faydasız diziler izleyerek büyüyen bir nesil aldı. Belki de entelektüel kişiliğimize en çok darbe vuran etken bu değişimdir.
3-ÖĞRENCİ:
Bu başlığı oluşturan, daha önce üzerinde durduğumuz aile eğitimi ve devir başlıklarıdır aslında. Bahsettiğimiz gibi bir ailede büyüyen ve kendini teknoloji çağına kaptıran hekim adaylarımız merak, araştırma, düşünme yetilerini törpülediği için üniversite eğitiminden, ortamından, yirmili yaşların verdiği enerji ve heyecandan yeterli verimi almaktan mahrum kalacaktır.
Şimdi bu konunun derinliklerine inelim.
Eskilerin hekimlerinden, hocalarımızdan, üniversite dönemlerinde kurudukları müzik gruplarını, üç beş arkadaşın bir araya gelerek oluşturdukları kitap okuma gruplarını, tiyatro gruplarını ve nicesini sıkça duyarız. Bu oluşumların onlara neler kattığını hala yüzlerinde gülümseme ve heyecanla anlatırlar bizlere. Hakikaten de basit birer oluşum diyerek geçiştirmek büyük hata olur. Tohumunu kendilerinin atmış olduğu bir oluşum içeriği ne olursa olsun üretkenlik, aidiyet, sahiplenme, sosyalleşme yetileri başta olmak üzere birçok meziyet kazandıracağı gibi aynı zamanda yoğun tıp eğitimi arasında nefes aldıracak ve boş zamanlarını eğlenerek yaptığı faydalı aktivitelerle doldurmasını sağlayacaktır. İleriye dönük bakıldığı zaman ise doktorluğun yanında bir meziyet daha kazanılmış ve tabir-i caizse kola ‘’Altın bilezik’’ takılmış olur.
Bizim asıl konumuz olan günümüz hekim adayları ise günlük hayattan soyutlanmışlığın, ‘’asosyalliğin’’ etkisiyle bu tarz girişimlere çekingen yaklaşacak, müdahil olsa da üretkenlikten uzak kalacaktır. En nihayetinde ise yukarda saydığımız meziyet ve avantajlardan bir kez daha faydalanamayacaktır.
4-HOCA:
‘’Hoca’’ sıfatı taşıyan kişi; öğretmen, öğretici, yol gösterici niteliklerini taşımasıyla beraber, anne ve babadan sonra birey üstünde en etkin kişidir. Hocanın; öğrencilerine bilgi aktarma, bilgiye ulaşmayı öğretme, ufuk açma gibi başlıca sorumluluklarının yanında, tıp öğreniminde şart olan ‘’Usta-Çırak’’ ilişkisindeki ‘’Usta’’ konumunda olması da bir diğer sorumluluğudur. Önceki başlıklarda incelediğimiz öğrenci profiline karşı hocaların ekstra ilgi, ekstra özen göstermesi gerekirken tam aksine bir ‘’Bariyer’’ oluşturduklarını görüyoruz. Bariyer diyerek nitelendirdiğimiz durum, dersini anlatıp gitme, öğrencilere kendisine ulaşma imkanı tanımama, iletişim kapılarını kapama sorunları bütünüdür. Ancak hocalar; gerek ders esnasında sınıfa, gerekse yanına çağırdığı öğrencilerine kendi fikir dünyasını açmalı, öğrencilik hayatında yaptıklarından bahsetmeli ve hekim adaylarına günümüz şartlarını göz önüne alarak tavsiyeler vermelidirler. ( Öğrenci başlığı altında hocalarımızın üniversite yıllarında yaptıklarını duyuyoruz demiştik. Bu iki başlığın birbiriyle çeliştiği düşünülmesin. O başlıkta bahsettiğimiz konferanslarda, toplu programlarda duyduklarımızken burada bahsettiğimiz doğrudan kendi öğrencileriyle yapmaları gereken samimi konuşmalar. ) Bu samimi sohbetler öğrencilere ufuk açmak bir yana dursun; kişinin, okulunu, bölümünü ve mesleğini sevmesi yolunda da yardımcı olacaktır. Hocalarıyla, okuluyla kaynaşmış öğrenci kendini, derslerine ve hocalarından aldıkları tavsiyelere daha da adayacaktır. Ancak oluşturulan bariyer tüm bunların önüne geçerek zaten kapalı olan girişimciliğe, sosyalliğe, üretkenliğe uzak olan öğrencileri daha da uzaklaştırarak verimlerini iyiden iyiye düşürecektir.
Bu iletişim ve ilgi eksiklikleri sonucu da zaten gerektiği gibi yetişmemiş olan hekim adaylarına bir kapı daha kapanmış olacaktır.
5-ZİHNİYET:
İnceleyeceğimiz son başlık olan ‘’Zihniyet’’, bundan önce üzerinde durduğumuz dört başlığın sonucu niteliğindedir.
Tüm etmenleri toparlayalım; kişi bahsettiğimiz aile ortamında büyüdü, teknoloji çağından etkilendi, eleştirdiğimiz öğrenci profili ile tıp fakültesine geldi. Daha sonra hoca bariyeriyle de karşılaşarak gelişimden uzak, durağan bir tıp eğitiminden geçti ve hekimliğe adımını attı. Bu kişi olması gereken hekim profilinin tam aksine içine kapanık, düşünmekten ve üretken olmaktan yana eksik, sanat, felsefe, edebiyat, spor ve daha nice meziyetlerden yoksun bir şekilde toplumdaki yerini almaya çalışıyor. Günümüz hekimlerinin büyük çoğunluğunun benzer ‘’Zihniyetlere’’ sahip olması ise dilimizden düşmeyen ‘’Entelektüel Hekimlik’’ kavramını günden güne yok ediyor. Oysaki ülkemizin en kapsamlı, en zor ve donanımlı mesleki eğitiminden geçen bu bireylerin kendilerine kattıkları yetenek ve meziyetleriyle beraber toplumun nitelikli iş yapan her kesiminde, devlet kademelerinde, hatta siyaset ve bürokraside bulunması, devletin ve milletin geleceğine yön vermesi gerekmektedir. Üzerinde durduğumuz çeşitli etmenlerle istenenden uzak ‘’zihniyetteki’’ hekimler, toplum içinde pasif kalmakta, özenilen birey, özenilen hekim duruşuna zarar vermektedir. Bu değişimi dışardan bir göz kolayca anlayacaktır. Kişinin karşısına oturup konuştuğunda, duruşuyla da, kelimeleriyle de kendini belli eden, farkını ortaya koyan ‘’Entelektüel Hekimin’’ yerini sıradan bir insanın almış olduğunu görecektir.
Hekimler ve tıp dünyası için büyük problem olan bu durumu önce bizim, daha sonra hocaların ve ailelerin fark etmesi, gerekli hassasiyetin gösterilmesi oldukça elzemdir. Bizlerin oturup düşünmesi, ‘’Bundan önce ne yaptım? Bundan sonra ne yapmalıyım? Gelecekte kendimi nerede görüyorum?’’ sorularını kendine sorması, durumun ciddiyetini kavrayarak hassasiyet göstermesi ve ‘’Entelektüel Hekim’’ olmak için elinden geleni yapması gerekmektedir.
Bunlar bizim için görev değil, sorumluluk niteliğindedir.