EDEBİYAT-ŞİİR

KARANLIK

Koyu renkli perdelerin var gücüyle engellemeye çalıştığı güneş ışıkları, zorlu bir mücadeleye rağmen huzmeler halinde yayılarak kahverengi ahşap mobilyalarla olabildiğince karanlığa boğulmuş odanın içindeki birkaç nesneyi görülebilir kılıyordu. Adeta bir sahnede tek başına rol alacak bir oyuncunun üzerine yöneltilmiş spot ışıkları gibi gözlerine giren güneş ışınları, uykudan uyandırmakla kalmamış çoktan gözlerini kamaştırmıştı bile. Tesadüf ki incecik bir aralıktan sızan ışık, işaret edercesine yalnız onun üzerinde toplanmıştı.

Ense kökünden yukarı doğru bir ağrı yayılıyordu. Yığılıp kaldığı duvardan gelen soğuğun da etkisiyle sırtında da berbat bir acı hissediyordu. Tanımadığı bir yerdeydi. Doğrulup bir çıkış yolu aramaya çalışacaktı ki tökezledi. Anlaşılan ağrıyan başı ve sırtına bir de bacakları eklenmişti. Nereden, nasıl geldiğini ve en önemlisi neden bu halde olduğunu bilmiyordu. Nihayet ayağa kalkabildiğinde karşısında büyük bir duvar ve tamamını kaplayan kitaplık duruyordu.  Özenle dizilmiş kitapları görünce beyninde şimşek çakar gibi bazı sahneler canlandı. Yalnız birkaç kareden oluşan ve bir anlam ifade etmeyen görüntülerde yüzü seçilemeyen adam, onunla konuşmaya çalışıyor ancak ne söylediği anlaşılmıyordu. Kulağına boğuk sesler geliyordu. Hatıralar, hülyalar bırakarak onu terk etmişti.

Karşısındaki duvarı boydan boya kaplayan kitaplığın önünde büyük, ceviz bir masa vardı. Üzeri düzenli ancak alabildiğine doluydu. Dikkati küçük, siyah kaplı bir defterin üzerinde yoğunlaştı. Arasında bir kalem bırakılmış, yazıya ara verilmiş gibiydi. Yavaşça masanın başına geçti, deri koltuğa oturdu. Defterin kapağını açmadan başını kaldırıp bakışlarını karanlık odada gezdirdi. Masanın önünde iki sandalye, karşısında odanın hâkim renginde deri bir koltuk, koyu renkli duvar kağıtları ile köşede büyük yapraklı, uzun bir saksı bitkisi… Öylesine bir bakış attıktan sonra önüne döndü. Defterin kalemle ayrılmış sayfasını açtı. Karalamaya benzer iki satır yazıyı okumaya çalışırken kapı çaldı. Kısa bir bekleyişin ardından gıcırtılarla aralanan kapıda bir hemşire göründü.

“Günaydın, bugün nasılsınız?”

Sevecen bir hali vardı. Onu tanıyor gibiydi. “Bugün” demişti, dün de mi vardı? Kafası karıştı. İşler iyice garipleşirken hemşire, odanın perdelerini bir hamlede sonuna kadar açtı. Pencereyi araladı ve odadan ayrılırken “Doktor Bey birazdan burada olur.” diye ekledi.

Kapı kapanırken koridora attığı bakışlar şaşkınlığını katladı. Burası ne bir ev ne de bir ofisti. Bir hastane odasıydı. Dışarıda hastalar, hemşireler, doktorlar… Kalabalığın arasından bakışlarını ayırıp önüne döndüğü sırada kafasının içinde birbirine giren düşüncelerden sıyrılamamıştı. Yine önündeki deftere odaklandı. Harfler sanki beyaz kâğıdın üzerinde dans ediyor gibiydi. Okumak şöyle dursun neye baktığının bile ayırdına varamayacak şekilde, öylece ne kadar beklediğini bilmiyordu. Kapı yeniden açıldı. Beyaz önlüklü bir adam, elinde ince bir dosya ile odaya girdi.

“Merhaba, sizinle biraz konuşabilir miyiz?” dedi doktor. Cevabı dahi beklemeden sandalyelerden birine oturdu. Derin bir nefes alarak elindeki dosyayı açtı. Tedirgin bir ifadeyle konuşmaya başladı.

“Ben doktorunuz Mazhar Osman. Üç yıldır bu hastanede sizinle ilgileniyorum. Üç yıl önce talihsiz bir kaza geçirdiniz ve beyninize aldığınız bir darbe sonucunda hafızanızı yitirdiniz. Tedaviniz hastanemizde sürmekte olup bizden isteğiniz üzerine sizi burada misafir ediyoruz.”

Cümlesini bitirirken elindeki dosyadan bir sayfayı masanın başında tepkisiz bir şekilde oturmakta olan hastasına uzattı doktor. Eli havada kalınca açık defterin üzerine sakince bıraktı. Bu bir anlaşmaydı. Hızlıca göz atıldığında anlaşılıyordu ki bu hastane odasında kalmayı ve her gün, seçtiği bir doktor tarafından hikayesini dinlemeyi o tercih etmişti. Yazılanlara göre çok varlıklı bir hayatı vardı ve servetinin bir kısmını hastane masrafları ve odasının dekorasyonu için hastane yönetimine bırakmış, kalanını bağışlamıştı. Boş bakışlarını kâğıttan kaldırıp doktora yöneltince doktor da konuşmasına devam etti.

“Ünlü bir psikiyatr ve iyi bir yazarsınız. Bu oda hayatınızın önemli bir kısmını geçirdiğiniz çalışma odanızla birebir aynı olacak şekilde düzenlendi. Kitaplığınızdaki kitapların düzenine kadar her şey, sizi çalışma odanızda hissettirmek ve anılarınızı canlandırmaya yardımcı olabilmek için sizin de isteğiniz üzerine özel olarak yerleştirildi. Çoğunlukla yaşadığımız arbedeler sebebiyle kırılacak ve size zarar verebilecek nesnelerin kaldırılması yönetim kararıyla alındı. Sormak istediğiniz bir şey var mı?”

Ne sorabilirdi? Ne biliyordu? Kendine zarar vermeye çalıştığı belliydi. Belki de kaçmak istemişti. Vücudundaki ağrıların sebebini sordu. Beklediği cevap geldi. Önceki gece doktoru ile arasında yaşanan bir anlaşmazlık sonucu hastaneden ayrılmak istemiş, kabul edilmeyince kaçmaya çalışmıştı. Zorla zapt edilmiş fakat bu sırada kendine zarar vermeyi başarmıştı.

Doktordan kendisini yalnız bırakmasını istedi. Yalnız kaldığında, bu sefer odayı uzun uzadıya izledi. Her bir eşyaya uzun uzun bakıp düşüncelere daldı. Saatler böyle geçti. Göz kapakları ağırlaşmaya başlarken önündeki defteri açıp kalemi eline aldı.

“Dün ne olduğumu bilmiyorum, yarın ne olacağımı bilmiyorum. Bugün de bitti bitecek. Karanlığa gömülmeden bir iz bırakmalıyım ardımda. Yaşadığıma dair; dünü, bugünü.”

Daha Fazla Göster

Özlem Elaman

Mesele Tıp okumanın çok ötesinde.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu