Sizi bilemem ama benim kadına şiddet haberi duymadığım tek bir günüm yok. Sosyal medyada her an yardım isteyen, kurtarılmayı bekleyen bir kadınla karşılaşabilirsiniz. Kadın cinayetleri ise artık ana haberlerin bir vazgeçilmezi haline geldi.
Bu ülkede ne eski eşi tarafından boğazı kesilen Emine Bulut, ne sevgilisi tarafından vücudu parçalara ayrılan Münevver Karabulut, ne de tecavüz girişiminden sonra yakılarak katledilen Özgecan Aslan kaldı. Maalesef hepsine şahit olduk ve bu psikopatlığın giderek arttığını söylemek çok zor değil.
Tabii bunlar sadece medyaya yansıyıp büyük ses getiren vakalar. Daha fazlasını öğrenmek isterseniz, ‘Acaba bugün Türkiye’de kaç kadını öldürdüler?’ gibi sorularla meşgulse kafanız hizmet ayağınıza geldi. Öldürülen kadınlarımızı anıt sayaç ile sayıyoruz. Evet. O kadar çoklar ki bunun için bir site kurma ihtiyacı hissedilmiş. Hepsinin ruhu şad olsun.
Çokça tartışılan, toplumu ikiye bölse de çoğunluğun desteklediği, ancak ne yazık ki toplumun yarısından fazlasının ne olduğunu bile bilmediği (bknz) İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye, 20 Mart 2021 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile ayrıldı. Üzülerek itiraf etmeliyim ki bu yazıyı hazırlama kararı almadan önce sözleşme hakkında ben de çok bilgi sahibi değildim. O zaman gelin birlikte öğrenelim.
Aslında bu sözleşmeyi Nahide Opuz’a borçluyuz diyebiliriz. Nahide Opuz, kocasını sayısız şiddet, tehdit ve yaralamanın sonucunda TAM 36 KEZ ilgili kurumlara şikâyet etti ancak bir sonuç alamadı. Sonunda korkulan gerçekleşti ve Nahide Opuz’un annesi, damadı tarafından öldürüldü. Bundan sonrası daha kötü çünkü katil zanlısı H.O. Nahide’nin annesinin, damadını kışkırtarak kendi “ölümüne” sebep olduğu gerekçesiyle serbest bırakıldı. Serbest bırakılan katil, Nahide’nin yaşadığı yere giderek ‘onu öldürmekte bir sakınca görmediğini’ bile dile getirdi. Nihayetinde Nahide Opuz, 15 Temmuz 2002’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurdu ve kendisini koruyamadığı gerekçesiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne dava açtı. Dava Nahide Opuz lehine sonuçlandı.
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde aile içi şiddete karşı vatandaşlarını koruyamadığı gerekçesiyle ceza alan İLK ÜLKE oldu. Tarihte ilk defa bir Avrupa ülkesi, kadına yönelik ayrımcılıktan hüküm giydi.
Bu karar uluslararası literatürde de tarihe geçti çünkü kadına yönelik şiddet ilk kez ayrı bir şiddet türü olarak ele alındı, mağdurların sadece kadın oldukları için bu şiddete maruz kaldıkları ifade edildi.
Ancak kadına yönelik şiddet, sadece Türkiye’de değil; istatistiklere bakıldığında Avrupa’nın genelinde artmıştı. Bunun üzerine Avrupa Konseyi İstanbul’da toplanarak Türkiye’nin öncülüğünde uluslararası bir insan hakları sözleşmesi imzalamaya karar verdi. Türkiye’nin AİHM’den aldığı ceza ve sahip olduğu kötü imajdan kurtulma çabası da sözleşmenin ilk imzacısı olmasına yardım etti.
Kadın STK’lar da dahil edilerek bir sözleşme taslağı hazırlandı. Bu süreçte Türkiye’den Prof. Dr. Feride Acar, Prof. Dr. Yakın Ertürk ve Fatma Şahin gibi isimler aktif rol oynadı. Yani iddia edildiğinin aksine İstanbul Sözleşmesi oldukça yerlidir.
11 Mayıs 2011’de sözleşme imzaya açıldı. Türkiye, sözleşmeyi imzalayan ilk devlet oldu. 4 Mart 2012’de ise TBMM tarafından 246 onay – 0 red ile sözleşme onaylandı. Türkiye yine sözleşmeyi onaylayan ilk devletti.
Sözleşmenin feshedilmesine kadar olan süreçte pek çok iddia ortaya atıldı. Aile yapısını bozmasından tutun, üst aklın bir cinsiyetsizleştirme projesi olduğuna kadar gidildi.
“Sözleşmenin İslami değerlere savaş açtığı, kadına yaratılış amacının aksine misyonlar yüklediği ve aile medeniyetini yıkmayı hedeflediği” yorumları dahi yapıldı.
Boşanmaları artırdığı gibi birbiriyle uzaktan yakından alakası olmayan ilişkiler kuruldu.
Bunun üzerine kadın STK’lar İstanbul Sözleşmesinin içeriğini anlatmak için kolları sıvadı.
KADEM de “Bu sözleşmenin eşcinsel yönelimlerin meşrulaştırmasını iddia etmek en hafif tabirle kötü niyetliliktir.” diyerek sözleşmeye sahip çıkan STK’lardan biri oldu.
Kadınlar pek çok ilde örgütlendi, eylemler gerçekleştirdi.
Ancak tüm bu çabalar sözleşmeden geri çekilmenin önüne geçemedi.
Bu yazının temel amacı ise tamamen sözleşme metnine bağlı kalarak, sözleşmenin doğru yorumlarını dile getirerek hakkında yapılmış tüm kötü iddiaları çürütmek ve sözleşme hakkında gerekli bilgileri vermektir.
TERCÜME HATASI
Adından başlayalım. İstanbul’da imzaya açıldığı için ‘İstanbul Sözleşmesi’ olarak bilinse de tam isminin tercümesi ‘Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ dir.
Sorun ise tam burada başlıyor. Çünkü metnin orijinal ismi ‘Council of Europe Convention on Preventing and Combating Violence Against Women and Domestic Violence’
Hukukçular “Domestic Violence” ifadesinin “Aile içi şiddet” olarak çevrilmesinin yanlış olduğunu, doğrusunun “Ev içi şiddet” olması gerektiğini savunuyor. (evet İngilizce ülkece ortak problemimiz)
Bu çeviri hatası ise büyük bir anlam farklılığı yaratmakla beraber sözleşmeye karşı çıkanların eline de büyük bir koz veriyor. Çünkü sözleşme “ev içi şiddet” diyerek aralarında bir evlilik bağı olmayan ancak birlikte yaşayan bireyleri de kapsıyor. Bu ifade Türkçeye “Aile içi şiddet” olarak çevrildiğinde sözleşmenin evlilik dışı ilişkileri de aile yapısı içinde gösterdiği bu nedenle mevcut aile yapısını bozduğu iddiası oluşuyor. (Orijinal metinde “eş veya partner” ifadesinin tercümede “eş veya ebeveynler” olması gibi benzer çeviri hataları da sözleşmenin devamında mevcuttur.)
Yani sanıldığının aksine sözleşme, aile yapısı ile ilgilenmiyor. Dert edinilen nokta şiddetin evde yaşanıyor olması ve o ev içinde şiddeti yaşayan ve yaşatan bireyler. Bu ev içindeki bireylere aile denip denmemesi sözleşmenin konusu değil.
Sözleşmenin asıl önemi de buradan geliyor esasında. Çünkü İstanbul Sözleşmesi, biyolojik veya hukuki, ailevi bağ olup olmadığına bakılmaksızın ev içi şiddetin (örneğin eski veya mevcut eşler, evlilik dışı partnerler, birlikte ikamet edilen aile fertleri, akrabalar veya birlikte ikamet edilen başkaları tarafından yöneltilen şiddetin) ve kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi konusunda Avrupa ülkelerini hukuki olarak bağlayan ilk belgedir.
“Her türlü şiddet” ibaresi ise sadece ev içinde değil, aynı zamanda kamusal alanda (örneğin aynı evi paylaşmasa bile eski eşin veya partnerin kamusal alanda yönelttiği) kadına yöneltilen şiddetin de önüne geçiyor. Bu kısımda kısa bir süre önce Samsun’da eski eşi tarafından çocuğunun gözleri önünde sokak ortasında dövülerek bayıltılan kadını hatırlamanızı rica ediyorum.
Burayı açıkladıktan sonra sözleşmenin iki temel dinamiği olduğunu görüyoruz.
- Kadına yönelik şiddet: kız çocukları da dahil
- Ev içi şiddet: cinsiyeti, yaşı, cinsel yönelimi ne olursa olsun bir evin içindeki herkesi kapsıyor. Ancak erkekleri kapsayıp kapsamayacağı sözleşmeyi imzalayan taraf devletlerin inisiyatifine bırakılmıştır.
TOPLUMSAL CİNSİYET
Giriş bölümünde sözleşmenin amacı şu şekilde özetlenir:
“ … Kadına karşı şiddetin, kadınlarla erkekler arasında tarihten gelen eşit olmayan güç ilişkilerinin bir tezahürü olduğunu ve bu eşit olmayan güç ilişkilerinin, erkeklerin kadınlara üstünlüğüne, kadınlara karşı ayrımcılık yapmalarına ve kadınların tam anlamıyla ilerlemelerinin engellenmesine yol açtığının bilincinde olarak;
Kadına karşı şiddetin yapısal özelliğinin toplumsal cinsiyete dayandığını ve kadına karşı şiddetin, kadınların erkeklere nazaran daha ast bir konuma zorlandıkları en önemli sosyal mekanizmalardan biri olduğunun bilincinde olarak; …
Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetten arınmış bir Avrupa yaratmayı hedef edinerek, aşağıdaki hususlarda görüş birliğine varmışlardır.”
Sözleşmenin “toplumsal cinsiyet” kavramına karşı aldığı bu tavır, sözleşmeye karşı olanlar tarafından ciddi şekilde saptırılıyor. ‘Kadını erkekleştirmek, erkeği kadınlaştırmak istiyorlar’ diyerek bu sözleşmenin uluslararası bir cinsiyetsizleştirme projesi olduğunu iddia ediyorlar. Hatta algıda seçicilik ile LGBTİ bireylerin bu sözleşmeyi desteklemesini de kanıt olarak gösteriyorlar.
Ancak bu kadar kötü yorumlanabilecek bu ifadelerin asıl amacı, basitleştirmek gerekirse “Kadın dediğin…” veya “erkek dediğin…” ile başlayan ve kişileri, sadece cinsiyetleri nedeniyle belli kalıplara koyarak sınırlayan büyük bir geri kafalılığın ve kadına yönelik şiddetin bu gerekçelerle meşrulaştırılmasının önüne geçmektir.
Ayrıca bu fikri savunanlar “Tavuktan horozluk yapmasını bekleyemezsiniz” gibi sığ düşüncelerle de aslında kadın-erkek eşitliğine olan karşıtlıklarını net bir şekilde belli ediyorlar.
GELENEKLERE AYKIRI MI?
Sözleşme geleneklere değil, kadın ile erkek arasında eşitsizliğe yol açacak geleneklere karşı çıkıyor.
Örneğin bazı toplumlarda yaygın olan ‘Kadın Sünneti’ sözleşmenin 38. Maddesine göre mutlaka cezalandırılmalı.
Ülkemizde de çok sık gördüğümüz zorla yapılan evlilikler madde 32 ve 37 de yasaklanmış ve böyle bir durumun yaşanması halinde evliliğin derhal sonlandırılması ve cezai işlem başlatılması gerekli görülmüştür. Bu maddeler özellikle ülkemizin kanayan bir yarası olan çocuk gelinleri de kapsadığından oldukça önemlidir.
Sözde “namus” nedeniyle işlenmiş hiçbir suçta bu bahane, sözleşmenin 42. maddesine göre kabul edilmez ve bu nedenle cezada indirime gidilmemelidir.
Belli kişi ve grupların işine gelen; gelenek, töre, namus bahanesiyle meşrulaştırılmaya hatta güzel gösterilmeye çalışılan hiçbir çirkin uygulama ülkemizin bir değeri olamaz, olmamalıdır.
LGBTİ’Yİ ÖZENDİRİYOR MU?
Aslında sözleşmenin hiçbir yerinde LGBTİ bireyler hakkında ayrı bir ifade yer almıyor. Ancak Sözleşmenin 4. Maddesinde “Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.” İfadesi nedeniyle ev içi şiddet mağduru LGBTİ bireyleri de bu korumaya tabiidir. Yani ortada bir özendirme veya üstün görme yok, sadece olması gerektiği gibi eşitlik vardır.
Sözleşmeye karşıt grubun asıl rahatsız olduğu noktanın bu olduğu düşünülüyor. Ancak unutmayalım İstanbul Sözleşmesi dışında Anayasamızın 10. maddesi de her türlü ayrımcılığı yasaklamış ve kanun önünde eşitliği şart koşmuştur. Tekrar edelim, herkes cinsel yönelimine bakılmaksızın kanun önünde EŞİTTİR.
Ayrıca sözleşmede 3. bir cinsiyet tanımlaması yapılmamakta ve eşcinsel evliliklerin tanınması sözleşmede yer almamaktadır.
YENİ HEDEF: 6284
Özellikle sözleşmenin feshedildiği duyulduktan sonra belirli gruplar tabiri caizse gaza geldi ve 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” un da düzenlenmesini hatta kaldırılmasını talep etti.
Aslında bu kanun İstanbul Sözleşmesinin imzalanmasının hemen akabinde çıkarılmıştır ve ilk maddesinde İstanbul Sözleşmesine atıf vardır. “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, özellikle Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ve yürürlükteki diğer kanuni düzenlemeler esas alınır.”
Sözleşme ve hatta kanun karşıtlarının da rahatsızlıklarını dile getirdiği nokta ise Yargıtayın cinsel suçlarda uyguladığı “Kadının beyanı esastır” ilkesi ve 6284’e göre koruma talep eden kişinin tedbir için aile mahkemesi, savcılık veya kolluk birimlerine delil olmadan talepte bulunabilmesidir. Ayrıca tedbir kararı verilmesi için de delil aranmamaktadır.
Avukat Hülya Gülbahar BBC Türkçe’ye verdiği demeçte “kadının beyanı esastır” ilkesini şöyle açıklıyor: “Kadının beyanı, yargılama sırasında; hayatın olağan akışına uygun, samimi, tutarlı ve istikrarlı, mağdur ile bir husumetten kaynaklanmayan, olay ertesinde hemen tanıklarla paylaşılmış, doktor raporları ile belgelenmiş ve sanık tüm bunları çürütemedi ise hüküm esastır.” (haberin tamamını burada bulabilirsiniz)
SÖZLEŞME NEDEN ÖNEMLİ
Sözleşmenin kadına karşı şiddeti bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık türü olarak tanımlayan ve ülkeler için hukuki bağlayıcılığı olan ilk uluslararası belge olduğunu dile getirmiştik. Ayrıca sözleşme “Toplumsal Cinsiyet” i tanımlayan ilk uluslararası belgedir.
Sözleşme 4 temel ilkeye sahip:
- Kadına yönelik her türlü şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi
- Şiddet mağdurlarının korunması
- Suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması
- Kadına yönelik şiddetle mücadele politikalarının hayata geçirilmesi
Bu ilkelere göre sözleşmeyi imzalayan taraf ülkeler birtakım sorumluluklar ediniyor.
ÖNLEME
- Cinsiyet rolleri ve klişeler değiştirilmeli (toplumsal cinsiyet meselesi)
- Farklı şiddet türleri hakkında farkındalık yaratılmalı (madde 13)
- Eğitimin her kademesinde eşitliği ele alan konular ders müfredatına eklenmeli (madde 14-15)
- Halka ulaşabilmek için medya, STK ve özel kuruluşlarla iş birliği yapılmalı (madde 17)
KORUMA
- Mağdurların ihtiyaçlarına ve güven içinde olmalarına büyük önem verilmeli.
- Mağdur ve çocuklarına psikolojik ve hukuki danışmanlık yanında tıbbi yardım sağlayan özelleşmiş destek hizmeti verilmeli (madde 20-22-25)
- Mağdurlar için yeterli sayıda barınak tesis edilmeli (madde 23)
- Günün her saati kullanılabilecek ücretsiz telefon hattı sağlanmalı (madde 24)
YARGILAMA
- Kadına yönelik şiddet suç sayılmalı ve gelenek, töre, namus gibi hiçbir bahane kabul edilmemeli (madde 42)
- Taraflar mağdurun saldırgana karşı yeterli hukuki yollara başvurmasını sağlayacak yasal veya diğer tedbirleri almalı (madde 29-57)
- Yargılama sürecinde mağdurlar özel koruma tedbirlerinden yararlanabilmeli (madde 56)
- Kolluk kuvvetleri şiddete karşı yardım isteyen bireylere anında müdahale etmeli. (madde 50)
- Arabulucu ve uzlaştırma kesinlikle yasaklanmalı (madde 48)
- Suçun soruşturma ve kovuşturulması mağdurun talebine göre değil, ortada bir şiddet ve bunun kanıtı varsa kadın şikayetçi olmasa bile veya şikayetini geri çekse dahi cezai işlem başlatılmalı ve soruşturma devam etmeli. (madde 55) Bu madde ile “Aynı eve gideceğiz. Daha kötü şeyler olur” veya “Bir şey yapılmazsa beni öldürür” gibi kaygılarla geri çekilmenin de önüne geçiliyor.
Sözleşme, taraf devlet vatandaşı olmayan kadınlara da koruma sağlıyor. Yani göçmen ve sığınmacı konumundaki kadınlar da sözleşmeye dahil edilmiş. Ayrıca kendi ülkesinde tehdit altında olduğu için kaçan kadınların vatandaşı olduğu ülkeye iadesi de şu cümle ile yasaklanıyor. “Hiçbir Taraf Devlet, bir mülteciyi, ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek veya iade (“refouler”) etmeyecektir.” (madde 61)
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ BİR ÇOCUĞUN VELAYETİNİN İSTİSMARCI BİR BABAYA VERİLMESİNİ ENGELLEDİ
Anayasa Mahkemesi İstanbul Sözleşmesine dayanarak çok önemli bir karar aldı. Mahkeme, kendi çocuğuna istismarda bulunan ve çocuğun velayetini isteyen babaya İstanbul Sözleşmesi’ni dayanak göstererek, çocuğun üstün yararı ve şiddet mağdurunun etkin korunması gerekçesiyle çocuğun velayetini vermedi. Adamın kızıyla kişisel ilişki kurma talebini, yine bu sözleşmeye dayanarak reddetti.
SON OLARAK
Türkiye’de sözleşmenin feshi, yine sözleşmenin 80. maddesine göre çekilmenin Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine bildirilmesinin ardından 3 aylık süre sonunda yürürlüğe girecek. Yani Temmuz 2021’de aksi bir durum olmazsa sözleşmeden resmen çekilmiş olacağız.
Kadına yönelik şiddet geçmişte de vardı, bugün de var. Ancak gelecekte olup olmayacağı mevcut yasalara ve bu yasaların uygulanıp uygulanmamasına bağlıdır. Özellikle biz kadınların (ve toplumun genelinin) hak ve özgürlüklerimizi savunmamıza bağlıdır. Sesimizi yetkili mercilere duyurabilmemize ve kötü niyetli gruplara fırsat vermememize bağlıdır.
Ülkemizde kadının haklarının korunduğu ve daha çok değer gördüğü, tam anlamıyla kadın-erkek eşitliğinin sağlandığı sabahlara uyanmayı ümit ediyor, bu uzun yazıyı ilgi gösterip buraya kadar okuyan herkese teşekkürlerimi sunuyorum.
Sözleşmenin İngilizce metnine buradan ulaşabilirsiniz
Sözleşmenin Türkçe metnine buradan ulaşabilirsiniz.
KAYNAKÇA
- Bakırcı, P. D. (tarih yok). İstanbul Sözleşmesi . Türk Kadınlar Birliği: http://www.turkkadinlarbirligi.org/tr/kurumsal/5/%C4%B0stanbul+S%C3%B6zle%C5%9Fmesi adresinden alındı
- European Commission. (tarih yok). WHAT IS THE ISTANBUL CONVENTION? WHO IS IT FOR? WHY IS IT IMPORTANT? European Commission: https://ec.europa.eu/justice/saynostopvaw/downloads/materials/pdf/istanbul-convention-leaflet-online.pdf adresinden alındı
- Feminist Çeviri: İstanbul Sözleşmesi Sorular Cevaplar. (2018, Aralık 26). Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu : http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/yazilar/2868/feminist-ceviri-istanbul-sozlesmesi-sorular-cevaplar adresinden alındı
- İstanbul Sözleşmesi . (tarih yok). Vikipedi: https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0stanbul_S%C3%B6zle%C5%9Fmesi adresinden alındı
- KADEM. (2020, Temmuz 31). İstanbul Sözleşmesi Hakkında. Kadın ve Demokrasi Derneği: https://kadem.org.tr/istanbul-sozlesmesi-hakkinda/ adresinden alındı
- Kurnaz, I. (2021, Mart 20). İstanbul Sözleşmesi Neden Yaşatır? Çünkü… Birikim: https://birikimdergisi.com/guncel/10527/istanbul-sozlesmesi-neden-yasatir-cunku adresinden alındı
- Öztürk, F. (2019, Şubat 5). ‘Kadının beyanı esastır’ ilkesi nedir, ne değildir? BBC News Türkçe: https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-47129398 adresinden alındı
- Vibio. (2020, Ağustos 6). İstanbul Sözleşmesi Aslında Ne? Tüm Gerçekler. Youtube: https://www.youtube.com/watch?v=CTsUqtaxWb4 adresinden alındı
- Argonomi . (2021, Mart 20). Feshedilen İstanbul Sözleşmesi. Youtube: https://www.youtube.com/watch?v=dkqtCxo4peI adresinden alındı
Öncelikle, yazınızın oldukça Avrupa merkezli yazıldığını söylemek isterim. Daha çok, kendi düşünmek istediğiniz sonuca götüren bir araştırma yazısı olmuş da denebilir.
İstanbul Sözleşmesi, kadını koruyoruz etiketi altında eşcinselliği ve feminizmi destekleyen bir sözleşmedir. Özellikle feminist derneklerin, lgbt derneklerinin, hele ki pkk terör örgütünün siyasi uzantısı hdp’nin oldukça arka çıktığı bir sözleşmedir. Sanırım bu son söylediğimi ispat etmeye gerek yok. Hayırlı bir şey olsa, onlar arka çıkmazdı.
KADEM’den ve yerli bir sözleşme olduğundan bahsetmişsiniz. KADEM özellikle muhafazakar ve aydın kesimlerin şiddetle karşı çıktığı bir oluşumdur. Siyasi partiyi ve taraftarlarını dahi ikiye bölmüştür. Yerlilik meselelesine gelince… Yerli olunca hayırlı olmuyor. Bu ayrı mevzu, oldukça Avrupa menşeli olduğu da aşikar.
İstanbul Sözleşmesi’nin çıkış gerekçesinin şiddet olduğundan bahsettiniz ve Türkiye’nin aldığı cezadan. Size Avrupa ülkelerinde yaşanan kadın kıyımlarını araştırmanızı öneririm. Gerek kadın kıyımı, gerek taciz ve tecavüz.
Elbette ve muhakkak kadınlarımızı korumakla mükellefiz. Ama İstanbul Sözleşmesi ile değil. Zira o, belirttiğinizin aksine, yaşatma-z-dı. Kadın cinayetleri istatistiğini göz önünde bulundurun. Mademki cinayetleri durdurmak için geldi; neden bırakın düşürmeyi, sabit dahi bırakamadı?
Avrupa’yı merkez alıyorsak eğer, İngiltere’nin de imzalamadığını göz önünde bulundurmak gerek. Ha bu benim için ölçüt değildir, orası ayrı.
Eğer araştırmalarınızı, bu söylediklerimi teyit maksatlı yürütürseniz, oldukça çarpıcı gerçeklerle karşılaşabilirsiniz.
Ben yine de emeğinize sağlık diyorum. Tartışma gibi bir amacımın olmadığını, sadece hakikate beraber ulaşmaya çalıştığımı eklemek istiyorum.
Yazar arkadaşınızın eline sağlık ben birkaç eleştirimi ifade edeyim
Yazıda İST. sözleşmesi ile ilgili itiraz ve eleştirilere değinilmiş böyle düşünüyorlar yanlış diyerek çürütüldüğü zannedilmiş alakasız örneklerle itibarsızlaştırılmış
Ben birkaç şey söyleyeyim sözleşmenin yerli olduğundan bahsedilmiş ancak bir kavramı yeniden tanımlayıp kullanman onu tarihsel anlamından büyük oranda veya hiç koparmaz örneğin gender(toplumsal cinsiyet ) gibi kavramların tarihine bakmak lazım bu kavramı sen istediğin şekilde kullan orada kendi zihniyetini yansıtacaktır
Bir hukukçu olarak 6284 ün teknik bir eleştirisini yapayım
Okuduğum bazı mahkeme kararlarında yazıda da belirtildiği gibi
“Kadının beyanı, yargılama sırasında; hayatın olağan akışına uygun, samimi, tutarlı ve istikrarlı, mağdur ile bir husumetten kaynaklanmayan, olay ertesinde hemen tanıklarla paylaşılmış, doktor raporları ile belgelenmiş ve sanık tüm bunları çürütemedi ise hüküm esastır.”
Bu ifade geçiyor ancak adli tıp raporlarında fail lehine sonuç çıkmasına rağmen üzerinden zaman geçtiği için bulguların ortadan kalkabileceği görüşüyle beyan hükme esas teşkil ediyor
Bir mağdura yapılanın cezasız kalmasından daha kötü olan birşey varsa o da suçsuz bir insanı cezalandırmaktır zira onu utanılacak birşey ile damgalamış olacaksın
https://www.google.com/amp/s/www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-47129398.amp
(Yukarıdaki linkte yazan şeyler önemli)
“Bir kadın ya da çocuk kendi şerefini ve namusunu da ortaya koyarak, kendisine cinsel istismarda bulunulduğuna dair bir iddiada bulunmaz.”
namus kavramını değersizleştirirsen herkes bu iddiada bulunabilir.
Son olarak zulmünde, zaliminde bitmeyeceğini biliyoruz ama biz haktan yana duruş sergileyelim