KÜLTÜR-SANAT

BİR DÖNÜM NOKTASI: VAPURDAN AYNALARA

Herkes hayatında belli bir dönüm noktasına sahiptir. Bazen hayatın olağan akışında bir sorun hissederiz veya bir şeylerin ters gittiğini, bu hayatı yaşayan kişinin kendimiz olmadığını düşünürüz. Değişmek isteriz lakin değişmekten korkarız. Değişim için sebepler arar bu sebepleri ararken kendimizden uzaklaşırız. Aynalarla hesaplaşır, kaldırımlarla dost oluruz. Ama bir dönüm noktasına ulaşırız, bir dönemece varırız. Büyük bir dönüm noktası yaşayan Necip Fazıl da hayatın akışında şiirleriyle kendini bulmaya çalışmıştır. ‘’Kaldırımlar Şairimiz’’ Necip Fazıl Kısakürek’in şiirlerini ve hayatını inceleyip onun 78 yıllık hayat serüvenine bakmak gerek. Gerçi kendisi “Kaldırımlar Şairi” şekilde anılmak istemiyor bu sebeple ‘’çile şairimiz’’ ya da ‘’aynalar şairi’’miz diyerek devam edelim. Buyurun başlayalım; aslında aynalar şairimizin hayatını 2 temel döneme ayırmamız mümkün 1934 öncesi ve 1934 sonrası çünkü bu iki dönemde bambaşka bir Necip Fazıl göreceğiz. Zira kendisinin dönüm noktası 1934 yılında gerçekleşmekte. Daha sonra bahsedeceğiz.

26 Mayıs 1904’te, perşembe günü sabaha karşı, İstanbul’da büyük bir konakta doğdu. Babası, Mekteb-i Hukuk mezunu, Bursa’da âzâ mülazımlığı, Gebze savcılığı ve kısa ömrünün son senelerinde Kadıköy hakimliği görevlerinde bulunmuş, gayet enteresan ve alakaya değer bir insan olan Abdülbâki Fazıl Bey (öl. 29 Kasım 1920); annesi, Girit muhacirlerinden bir ailenin kızı, kayıtsız şartsız teslimiyet örneği, derin ve fedakâr bir Müslüman-Türk kadını Mediha hanımdır. (öl. 10 Haziran 1977) Büyükbabası, İstanbul Cinayet Mahkemesi ve İstinâf Reisliğinden emekli, İkinci Abdülhamîd Han’a Ermenilerce girişilen suikastın tarihî muhakemesini yapan ve Mecelleyi kaleme alan heyet içinde imzası bulunduğu için, 6 Ekim 1902’de “Legion d’honneur” nişanıyla ödüllendirilen vekâr ve ciddiyet timsali Mehmet Hilmi Efendi’dir. (öl. 19 Mayıs 1916) Necip Fazıl, ilk dinî telkin ve terbiyesini, tek oğlunun tek oğlu olarak Mehmet Hilmi Efendi’den aldı; okuyup yazmayı henüz 5-6 yaşlarındayken ondan öğrendi. Birçok şiirinin ana imajını ve ruhî kaynağını teşkil eden “yakıcı bir hayal kuvveti, marazi bir hassasiyet, dehşetli bir korku” şeklinde özetlediği ve hastalıktan hastalığa geçtiği ilk çocukluk yıllarını, çocukluk hâtıralarının kaynaştığı bir “tütsü çanağı” olan, büyükbabasına ait Çemberlitaş’taki Konak’ta geçirdi. Bahriye Mektebi’ne gireceği 1916 senesine kadar Büyükdere’de Emin Efendi isimli sarıklı bir hocanın işlettiği mahalle mektebinden başlayarak çeşitli okullara devam etti. Fransız Papaz ve Kumkapı’daki Amerikan kolejinin ardından Serasker Rıza Paşa yalısındaki Rehber-i İttihad mektebine verildi. Yatılı olan bu mektepte de fazla kalamayınca, bir süre için Büyük Reşit Paşa Numûne mektebine ve seferberlik sebebiyle gidilen Gebze’nin Aydınlı köyünde, köyün ilk mektebine yazıldı. İlk mektebi, Heybeliada Numûne Mektebi’nde bitirdi. 1916’da “Ne oldumsa bu mektepte oldum” dediği ve şahsiyetinin ana dokusunu örgüleştirdiği “Mekteb-i Fünûn-u Bahriye-i Şahâne”ye imtihanla ve en titiz muayeneler neticesinde alındı. Hayatının en nazik dönemini geçirdiği Bahriye Mektebi, içindeki bütün ışık cümbüşleriyle ona, kendisini gösteren bir ayna, parlak bir zemin oldu. İlk metafizik arayıcılıkları ve zabitlerin bile benimsedikleri “Şair” lakabı ile ilk aruz talimleri orada başladı. Namzet sınıfından ayrı üç harp sınıfını bitirdikten ve mezuniyet durumuna geçtikten sonra diplomasını beklerken, ilave edilen dördüncü sınıfı bitirmemeye karar verdi ve mektepten ayrıldı. Bir müddet sonra da o tarihte namzet ve sadece üç harp sınıfından ibaret Bahriye Mektebini ikmal ettiğine dair diplomasını aldı. (1920) 17 yaşında, o günkü adiyle “İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi”ne girdi. (1921)
O günlerin (1928 Harf inkılabına kadar) edebiyat alemini, Ziya Gökalp’in kurup Yakup Kadri ve arkadaşlarının çıkardığı Yeni Mecmua, Dergâh, Anadolu Mecmuası, Milli Mecmua ve Hayat Mecmuası teşkil etmekteydi. Bu âlem içinde ilk şiirlerini Yeni Mecmua’da yayınladı. (1922)

Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra, 20 yaşında, Maarif Vekaletinin Avrupa’ya tahsile gönderilecek ilk talebe grubu için açtığı imtihandaki başarısıyla üniversitedeki (sömestre)lerini resmen tamamlamış sayıldı ve Paris’e gönderildi. Sorbon Üniversitesi Felsefe bölümüne girdi. (1924) Paris hayatı, kendini arayışının müthiş his helezonları, korkunç girinti ve çıkıntıları arasında, nefs cesareti bakımından hayal yakıcı bir tablo çizdi. 1925’te ilk şiir kitabı “Örümcek Ağı”nı bastırdı. Henüz 24 yaşındayken, “Kaldırımlar” isimli ikinci şiir kitabının yayınlandığı ve ortalığı takdirle karışık hayret seslerinin bürüdüğü 1928 yılı, onun şiir diyapazonunun herkesçe beğenilmek noktasından en dik irtifaları kaydettiği basamak oldu. Bütün eser mevcudu 64 yaprak ve 128 sahifeyi geçmezken, hakkında yazılıp çizilenler bunu kat kat geçmişti. Fikirde, daima ruhçu, tecritçi, sezişçi, keyfiyetçi, sır idrâkine bağlı ve İlâhî vahdeti tasdikçiydi. Yani, çocukluk günlerindeki ilk ürpertilerinden 1934 yılına kadar, dur-durak bilmez taşkın ve başıboş ruhu, muazzam çalkalanmalarına ve anaforlarına rağmen ana istikâmetini hiç kaybetmedi. Gelgelelim 1934 tarihine yani kendisinin dönüm noktasına. “O ve Ben” adlı otobiyografik eserinde, hayatının en “kritik” kesitlerinden biri olan “Bahriye Mektebi Yılları” itibariyle, birkaç cümleyle özetlediği, 30 yaşına, yani 1934 yılına kadarki muhasebesi şöyledir:

“O güne kadar muhasebem, her unsuruyle hassasiyetimi gıcıklayan koca bir konak, her ferdinin nereden gelip nereye gittiğini bilmediği uğultulu bir cereyan içinde, her ân iniltilerle açılıp örülen mırıltılı kapılar arasında ve bütün bir ses, renk ve şekil cümbüşü ortasında, beş hassemin sınırı tırmalayıcı ve ilerisini araştırıcı derin bir (melankoli) duygusundan ibaret… Bana çocukluğumdan kalan ve ilerdeki basamaklarda gittikçe kıvamlanan bu hassasiyet, sonunda, Büyük Velî’nin eşiğine yüz süreceğim âna kadar -otuzuna yaklaşıncaya denk- mücerret, müphem, formülleşmemiş ve sisteme girmemiş, hayat üstü bir hayat, ideal hayat hasretinin, kulaklarıma devamlı fısıltısını akıttı. On iki yaşımdan yirmi küsur, hatta otuz yaşıma kadar süren, güya kendime gelme, billûrlaşma ve şahsiyetlenme çığırımda, şu veya bu bahanenin çarkına tutulmuş, döner, döner ve kendimi hep günübirlik bahanelerin hasis kadrosunda belirtmeye çabalarken, bu fısıltıya; seslerin, renklerin, şekillerin ve mesafelerin ötesindeki hakikatten çakıntılar bırakıp geçen bu fısıltıyı hiç kaybetmedim. Madde içi hayatta parende üstüne parende atarken, madde ötesi hayatın, ruhumda daima ihtarcısına, gözü uyku tutmaz nöbetçisine rastlıyor; arada bir bu nöbetçinin selâmını alıp yine beni sürükleyen çarklara takılıyor, ona: -Haydi, beni nereye götüreceksen götür, kime teslim edeceksen et! Diyemiyordum. Otuz yaşıma kadar da muhasebem budur. …Hayatım, başından beri muazzam bir şeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. Birini…”

1934 ‘te bir akşam, nihayet bir akşam, çalıştığı bankadan Boğaziçi’ndeki evine dönmek için bindiği “Şirket-i Hayriye” vapurunda karşısına oturan ve gözlerini ondan ayırmayan; o güne kadar hiç görmediği, bir daha da göremeyeceği Hızır tavırlı bir adam, ona, kâinat çapında bir vaadin, Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri’nin adresini verdi. Sıcak bir ilkbahar günü, yanına Abidin Dino’yu aldı ve Eyüb sırtlarına çıktı. Belki üç, belki beş saat süren o günkü temastan aldığı kelimeler üstü bir tesirle çarpılıp kaldı ve bir daha bırakmamacasına o Büyük Zat’ın eteklerine yapıştı. Hikayesi “O ve Ben”de yer alan, korkunç bir fikir buhranına (crise intellectuelle), büyük ruh ıstırabına çattığı 34 yılı, bu yüzüyle ise, hayatının en belalı senesi oldu. Ve işte bu fikir buhranında azından şu dizeler döküldü:

‘’Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum

Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum’’

Artık karşısında yeni bir Necip Fazıl vardı. Abdulhakîm Arvâsî ile tanışmasını kendisine milat kabul eden Necip Fazıl’ın şiirlerinde bu tanışmadan sonra tasavvufi düşüncenin izleri görülmeye başladı. fikir değişiminin ardından hayatının yeni dönemindeki ilk önemli eseri olan “Tohum” adlı tiyatro oyununu yazdı (1935). 1936’da bir kültür-sanat dergisi olan “Ağaç Mecmuası”nı çıkarmaya başladı. 1938’de “Büyük Doğu Marşı” şiirini yazdı. 1938 sonbaharında bankacılıktan ayrılan Necip Fazıl, “Haber” gazetesine girerek gazeteciliğe başladı. 1934’te yaşadığı dönüşüm dönemini anlatan “Çile” adlı şiirini 1939’da yayımladı. 1940 yılında Türk Dil Kurumu hesabına “Namık Kemal” isimli bir eser kaleme aldı. 1941 yılında Fatma Neslihan Balaban ile evlendi. Bu evlilikten Mehmet (1943), Ömer (1944), Ayşe (1948), Osman (1950) ve Zeynep (1954) isimli beş çocuğu oldu. 17 Eylül 1943 günü “Büyük Doğu” dergisinin ilk sayısını çıkardı. 6 Haziran’da Rıza Tevfik’e ait “Abdülhamîd’in Ruhaniyetinden İstimdat” başlıklı bir şiirin yayımlanması sebebiyle dergi mahkeme kararıyla tekrar kapatılırken Necip Fazıl tutuklandı. 28 Haziran 1949’da Büyük Doğu Cemiyeti’ni kurdu. 1957’de çeşitli davalardan gecikmiş cezaları nedeniyle 8 ay 4 gün daha hapis yattı. 1960 darbesinden sonra 6 Haziran’da evinden alınan Necip Fazıl, 4,5 ay Balmumcu Garnizonu’nda tutuldu… 1963-1964’te Türkiye’nin çeşitli yerlerinde konferanslar verdi. 1973 yılında Hacca gitti. O yıl oğlu Mehmet’e “Büyük Doğu Yayınevi”ni kurdurdu. 8 Temmuz 1981 tarihinde Atatürk’ün manevi şahsına hakaret suçundan hüküm giydi. 25 Mayıs 1983’te evinde hayatını kaybetti. Cenazesi, Eyüp Sultan Mezarlığı’nda toprağa verildi. Kendisi Cumhuriyet döneminin din, tasavvuf, politika, öykü, roman, tiyatro, şiir gibi birçok alanında eserler veren önemli bir sanatçısıdır. İlk dönem şiirlerinde bireysel yalnızlık, ölüm, tabiat, kadın gibi konuları ön plana çıkaran şair; 1934’ten itibaren tasavvufi konulara ağırlık vermiş, mistik bir anlayışla ve yer yer ideolojik söylemlerle kendine özgü bir şiir oluşturmuştur. Sanatının ilk devresinde yazdığı kimi şiirlerini dünya görüşü ile alakalı olarak sonradan reddedecektir.

Hayatına bu şekilde tanık olduğumuz şairimizi daha da iyi anlayabilmek adına aynalar şiiri ve kısaca tahlilini sizlere sunuyoruz:

AYNALAR

Aynalar, bakmayın yüzüme dik dik;

İşte yakalandık, kelepçelendik!

Çıktınız umulmaz anda karşıma,

Başımın tokmağı indi başıma.

*** 

Suratımda her suç bir ayrı imza,

Benmişim kendime en büyük ceza!

Ey dipsiz berraklık, ulvi mahkeme!

Acı, hapsettiğin sefil gölgeme!

*** 

Nur topu günlerin kanına girdim.

Kutsi emaneti yedim, bitirdim.

Doğmaz güneşlere bağlandı vade;

Dişlerinde, köpek nefsin, irade.

*** 

Günah, günah, hasad yerinde demet;

Merhamet, suçumdan aşkın merhamet!

Olur mu, dünyaya indirsem kepenk:

Gözyaşı döksem, Nuh tufanına denk?

*** 

Çıkamam, aynalar, aynalar zindan.

Bakamam, aynada, aynada vicdan;

Beni beklemeyin, o bir hevesti;

Gelemem, aynalar yolumu kesti.

Necip fazıl kısakürek

Şiir boyunca kişileştirilen ayna karşısında şair aciz ve günahkârdır. Şair aynadaki yansımasını seyrederken yaratılış amacının da bilincine varır. Ancak geç kalmıştır. Ömründe elinde kalan tek birikim demet demet günahlarıdır. Artık merhamet dilemek yapabileceği tek şeydir. Burada yazarımızın kendiyle olan çatışmasına birebir tanık oluyoruz. ‘’Çıktınız umulmaz anda karşıma ‘’ bu dizesinde acı gerçeklerle yüzleşmesinin onun için beklenmedik ve ani olduğunu dile getiriyor şairimiz yani Abdülhakim Arvasi hazretleriyle tanışması olayının. Geçmişte yaptıklarından çok pişman ama bir çözümün olmadığını ve günahlarının ne denli çok olduğunu dile getiriyor. ‘’Gözyaşı döksem, Nuh tufanına denk?’’ dizesinde şair hayatının geri kalanında ölene dök Allah’ın merhametine sığınacağını dile getirmiştir. Ve son dörtlükte de şairin eski hayatıyla tamamen vedalaştığını ve o günlere bir daha geri dönemeyeceğini anlıyoruz. Necip Fazıl birçok kişi tarafından aynalar şairi olarak bilinir bu şiiri de bizce bu lakabın en güzel örneği olabilir. Birçok şiirinde ayna imgesini kullansa da bu şiirinde ayrı bir anlam ve ona aynalar şairi unvanını veren bir içselleştirme vardır.

YAZARLAR: TUĞÇE POLAT, NİHAL NARI, RABİA İREM ÇAKIR

Kaynakça

  • Kavas, İ. (1985). Necip Fazıl’ın Şiirlerindeki Değişmelerin İncelenmesi . yüksek lisans tezi.
  • M. Orhan Okay, Necip Fazıl Kısakürek,TDV islam ansiklopidisi, Türk şairi,tiyatro adamı,fikir adamı/23.02.2021.
  • Yıldız, Muhammed Ali . “Necip Fazıl Kısakürek ve Bazı Tasavvufi Görüşleri”. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 6 / 10 (Mart 2019): 219-249 .
  • (demirkaya, antoloji.com, 2008
  • Necip Fazil Kisakurek Orhan Okay.pdf
Daha Fazla Göster

Gazi Üniversitesi Genç Yeryüzü Doktorları Topluluğu

İyilik yapma bilincini yaymayı, insani yardım alanında belli bir bilgi ve farkındalık kazanmış olarak mezun olmayı, sağlık ve insani yardıma dair alanlarda toplumsal farkındalık oluşturmayı, çeşitli eğitimler aracılığı ile mesleki ve kişisel olarak kişilerin kendini geliştirmesini, çeşitli faaliyetler aracılığıyla topluma fayda sağlamayı kendine amaç edinmiş bir topluluktur.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu