EDEBİYAT-ŞİİR

KOZMİK YALNIZLIK

Hayatımızın bir parçası haline gelen ve tanımlanması çok zor olan yalnızlığımız üzerine … Öncelikle yalnızlık kelimesinden biraz bahsedeyim: Araştırmalarıma göre bu kavram 16. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkmıştır. Bu bilgiyle karşılaşınca çok şaşırmıştım, çok daha eski bir kavram olduğunu düşünüyordum. Nasıl olur da insan onca yıl yalnız hissetmemiş veya hissetmişse bile bu hisse bir kavram bulmayı denememiştir?

İlk olarak 1674 yılında John Ray, yalnızlığı “insanların komşularından uzak olma hali” olarak tanımlamıştır. Ardı ardına gelen bir sürü tanım… Her bireyde tezahürü farklıdır bu kelimenin. Sonu görünmeyen uçsuz bucaksız bir kavram. Bacon der ki: “İnsanlar, yalnızlık denen şeyin aslında ne olduğunu, nereye varabileceğini pek bilmiyorlar.” Çok da doğru belirtmiştir, nereye varabileceğini bilmiyoruz. Belki bizi bir bataklığın içine çeken, belki de hayatımızın hep bir yerinde var olması gereken bir “şey”dir. Her insan bu duyguyu tatmıştır. Kimisi yalnız kalınca düşünmüştür, sorgulamayı öğrenmiştir; kimisi de yalnızlığı çıkmaz bir yol olarak görmüştür.

Yalnızlık, sadece çevremizde insanlar olmayınca var olmaz. Çevremizde yüzlerce insan olduğu zaman bile kendimizi bazen yalnız hissettiğimiz zamanlar da olur. O an bizi anlayabilecek, derdimizi paylaşabilecek, bizimle aynı dilde konuşacak birini isteriz yanımızda. Yoksa onca insanın arasında da yalnızızdır. Kalabalığın içindeki yalnız insanlar…

Filozoflar, yazarlar, şairler… Her biri yalnızlığı farklı tanımlamıştır. Bazısı övmüş, gerekliliğini anlatmış, mutluluğun bir koşulu olduğunu belirtmiş; bazısı da aksine yalnızlıktan şikayet etmiştir. Örneğin Friedrich Nietzsche “Kimine göre yalnızlık hasta kişinin kaçışıdır, kimine göre de hasta kişilerden kaçıştır.” demiştir. Evet, bazen çevremizde yalnız takılmayı seven insanlar görürüz. İster istemez yadırgarız “neden yalnız, bir sıkıntısı mı var, hasta mı?” diye kafamızdan türlü sorular geçiririz ama asıl hasta olan ya bizsek?

Charles Bukowski “yalnızlıkla beslenen biriyim, yalnızlığımı alırsanız yemeğimi ve suyumu almış kadar olursunuz.” diyerek yalnızlığın bir temel ihtiyaç olduğunu vurgulamıştır.

“İnsan kökten yalnızlıktır.” demiş Ortega y Gasset. Kozmik yalnızlığımızdan kurtulabilir miyiz? Kurtulmak değil de yalnızlığımızın yaşamımızın bir parçası olduğunu kabullenmeliyiz öncelikle. Yalnızlığımızı tanımalıyız, onunla yüz yüze gelmeyi öğrenmeliyiz. İnsan kendiyle baş başa kalmayı becerebilirse, bu gücü keşfederse yalnızlığımızdan beslenmeyi öğrenebiliriz belki de.

İlgimi çok çeken bir çalışmadan bahsetmek isterim: ROSETO ETKİSİ

Roseto, ABD’de İtalyan Amerikalıların kurduğu bir kasabadır. 1961 yılında, kasaba doktoru yüksek risk grubu olan 55-64 yaş arası hastalardan hiç kimsenin kalp krizi geçirmediğini, daha yaşlı olan nüfusta ise kalp krizine bağlı ölüm oranının %1 olduğunu belirtmiştir. Ortalamalar, Amerikan toplumunun verileriyle kıyaslanamayacak kadar mükemmel. Üstelik kasaba sakinlerinin, sağlıklı beslenme veya düzenli spor yapma gibi belli başlı alışkanlıkları da yok. Kasaba sakinleri birbirlerine çok yakın sosyal bağlarla bağlı, birbirlerinin dertleriyle yakından ilgileniyor ve çok sık görüşüyorlar. Zamanla Amerikanlaşıyorlar, birbirlerini arayıp sormamaya başlıyorlar ve gitgide tamamen birbirlerinden kopuyorlar. Sonradan edinilen bilgilere göre kasabada kalp krizi geçiren hasta sayısının aniden arttığı tespit edilmiştir. Bu çalışmadan çıkarmamız gereken sonuç: insanların birbirleriyle olan iletişimi, yakınlığı kalp krizi riskini azaltırken; yalnızlaşma, kalp krizi riskini çok fazla oranda arttırıyor. Yapılan sonraki çalışmalar, yalnızlaşmanın sadece kalp krizi değil birçok hastalığın artışına yol açtığını gösteriyor.

Dijital dünyamızdaki yalnızlığa gelecek olursak…

İnsan doğası gereği sosyal bir varlıktır. Çevresindekilerle hep iç içe, iletişim halindedir ama yeri gelince de yalnız kalmayı bilmelidir. Biz bilmiyoruz. Yalnız kalmaya bir anlık tahammül edemiyoruz. Belki de yalnız kalmaktan korkuyoruz. Yalnız kalınca direkt elimizdeki o küçük dünyalarımıza, telefonlara sığınıyoruz. Son yüzyıla damgasını vuran şehirleşme, dijitalleşme; hayatımızın olmazsa olmazı olan internet ve hayatımızın merkezine koyduğumuz, vazgeçemediğimiz telefonlarla beraber dijital yalnızlık salgını tüm dünyaya gitgide yayılıyor. Bu salgın ağ gibi çevremizi saran kurtulamadığımız bir salgın. Bu salgına bir aşı bulabilir miyiz? Her insanın aşısı kendisinde saklı.

Yalnızlık günümüzde bambaşka bir boyut aldı. Yalnızlıkla başa çıkamama, tahammül edememe, depresyon… En nihayetinde maalesef intihara kadar gidebiliyor. Bunun önüne geçmeye yönelik 2018 ocak ayında, İngiltere’de, dünyada bir ilk olarak Yalnızlıktan Sorumlu Bakanlık kuruldu. Yalnızlığın İngiltere’de dokuz milyon kişiyi etkilediği tahmin ediliyor. 2017 yılında yayımlanan bir rapor, yalnızlığın günde 15 adet sigara içmek kadar kötü olduğunu ortaya koymuştu. Yalnızlık bakanı Tracey Crauch: “Yalnızlık insandan insana değişir. Sosyal toplumdan uzak kalma biçimi, yaşa ve hareket imkanına göre çok daha kötü durumlara gelebilir. Ancak her yaştan insan kendini yalnız hissedebilir. Komisyon raporuna göre yalnızlıktan en çok hangi kesimin etkilendiği tespit edilmemiş. Bu duruma topyekun bir çare arıyoruz.” diye açıklamıştır. Çare bulunabilir mi?

Yalnızlığımızla iyi anlaşabilme dileğiyle…

“Eskiden derdim ki insanın başına gelebilecek en kötü şey, bir gün yapayalnız kalmasıdır. Öğrendim ki hayatta insanın başına gelebilecek en kötü şey, yapayalnız hissetmesine neden olan insanlarla yaşamasıdır.” GOETHE

KAYNAKÇA:

  1. BBC. (2018, 01 17). İngiltere’de ‘yalnızlıktan sorumlu’ bir bakanlık kuruluyor. BBC News Türkçe: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-42713261 adresinden alındı
  2. Sayar, K. (2019, 11 11). Büyük Yalnızlığımız. Mücerret: http://www.mucerret.com/yazarlar/buyuk-yalnizligimiz/ adresinden alındı
Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

3 Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu