MİSYON ve VİZYONTIPTA GÜNCELLER
Trend

TIP TIP DİYE AKAR İLMİN ÇEŞMESİ: PROF. DR. ENVER HASANOĞLU

Yıllar önce bir yerde okumuştum:

‘’Bir ilmi, ehli bir hocanın dizinin dibine çökmeden, kendi başına kitapları karıştırarak öğrenenler, o ilme en büyük zararı verenler olmuştur.’’

Tıp, her ne kadar bir bilim olagelmişse de, bunun da ötesinde hep bir kültür olarak kabul edilmiştir. Kültür ise bir anlatı bağlamında her şeyden önce izleyerek, dinleyerek ve taklit ederek tatbik edilmiştir ve edilmelidir.

Yalnızca Türk tıbbının değil, aynı zamanda Türk akademi tarihinin kilometre taşlarından; bir hekim, bir akademisyen ve üst düzey bir bürokrat olan Prof. Dr. Enver Hasanoğlu, işte bizim bu tıp kültürünü tatbik edebilmemiz adına tabir-i caizse dizinin dibine çökmemiz gereken, yaşayan ender hocalarımızdan birisi.

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Bilimsel Araştırma Topluluğu olarak, 13 Aralık Pazartesi günü saygıdeğer hocamızı, yine kendi adını taşıyan dekanlık 6. kat Prof. Dr. Enver Hasanoğlu Konferans Salonu’nda ağırladık. Her ne kadar önceliğimiz Gazi Tıp lisans öğrencileri olsa da asistanlarımız, öğretim üyelerimiz ve hocalarımız da Enver Hasanoğlu’nun birer ‘’talebesi’’ olarak etkinliğimize katıldılar.

Bu vesileyle bizler de GÜTBAT Bilimsel ekibi olarak hocamızla yapmış olduğumuz söyleşide öne çıkan ve her Gazi Tıplı’nın bilmesi gerektiğini düşündüğümüz satır başlarını sizler için derledik. Keyifli okumalar…

GAZİ’NİN AYRICALIĞI: ENVER HASANOĞLU

Etkinliğimize katılan hocalarımız, asistanlarımız ve arkadaşlarımızla birlikte hatıra fotoğrafı çekildik.

Prof. Dr. Enver Hasanoğlu, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi dekanlığı ve Gazi Üniversitesi rektörlüğüyle geçen 12 sene boyunca üniversite genelinde çok büyük atılımlarda bulundu. Başta Gazi Hastanesi’nin inşa edilmesi, bu hastanenin teknik altyapısının oluşturulması, hastaneye ilk tomografi cihazının alınması bu icraatların bazılarıydı. Bu sebeple üniversitemizin, ‘’Gazi’li olmak ayrıcalıktır.’’ sloganı hocamızla birlikte apayrı bir anlam kazanıyor. Biz de hocamıza sorduk: Nedir bu Gazi’nin ayrıcalığı?

Bir defa adından ayrıcalıklı: Gazi Mustafa Kemal Atatürk. İkinci olarak, ben Gazi Üniversitesi rektörüyken YÖK başkanımız ODTÜ’lüydü. Hep ODTÜ’yü konuşur, Gazi’yle dalga geçerdi. Ben de o zaman söylemiştim ‘’Nedir bu hep ODTÜ ODTÜ gözlük takmışsın gibi?’’ diye. Gazi’nin nesi var? TOBB başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu Gazi’li, Devlet Bahçeli Gazi’li, İş Bankası’nın CEO’su Gazi’li, Kılıçdaroğlu Gazi’li, Sinan Aygün Gazi’li, Nihat Özdemir Gazi’li, ne istiyorsun Gazi’den illaki yayın mı? Her hükümette muhakkak Gazi’den bir iki bakan olmuştur. Şimdi de Vedat Bilgin bakan.

”Ziya benim çömezim…”

-Hocamıza burada Ziya Selçuk’u da sorduk. Zira Ziya Hoca’yla da rektörlük yıllarından kalma bir ilişkisi vardı.

Şimdi şöyle: Ben Ziya’yı tanımazdım. Ben eğitimci bir aileden geldiğim için yeni eğitim fakültemizin olması ama okulumuzun olmaması bana çok saçma geldi. Bilkent’ in var, ODTÜ’nün var bizim yok, böyle saçmalık mı olur? Bir okul kurayım dedim fakat anlamam. Rektör yardımcım Mustafa Kuru vardı -Allah selamet versin- ona dedim ki bana bu işten anlayan bir adam bul. Ziya geldi odama 2 metre boyunda. Kendisine dedim ki: ‘’Geç oğlum otur.’’ –‘’Hocam’’ dedi ‘’Yalnız ben bir itirafta bulunayım. Ben size oy vermedim, Rıza Ayhan benim 20 yıllık arkadaşım. O yüzden ona verdim.’’ ‘’Kalk çık dışarıya’’ dedim. ‘’Kalk! Ben sana kime oy verdiğini mi sordum? Ben sana okul kur diyorum.’’ Hakikaten çıkardım. Bir hafta sonra Mustafa’ya dedim tekrar çağır onu bakalım. Hakikaten uğraştı, kurdu biz de vakıftan yardım ettik ve kurulduğu zaman Ankara’nın ikinci iyi okulu seçilmişti. Bilkent birinciydi, onların yüzme havuzu vardı bizim yoktu. Kısacası bunlar oldu.

”Bakın yarın öbür gün idareci olursunuz, dinleyin beni. Risk alacaksınız. Futbol topuna benzer, 3 senede bir önüne gelir, vurmayı bileceksin.

Buraya ilk geldiğim zaman buranın tırışka (İşe yaramaz, yararsız) bir ambulansı vardı. Hastaları oraya koyarlardı. Bazı hocalarımızın ortak olduğu başka bir kurum vardı. CT çekmeye oraya götürürlerdi. Biz gittik risk aldık CT aldık. En büyük iyiliği risk alarak yaptık. Bakın yarın öbür gün idareci olursunuz, dinleyin beni. Risk alacaksınız. Futbol topuna benzer, 3 senede bir önüne gelir, vurmayı bileceksin.

Taş kırma cihazı yoktu. Bir tane 9 Eylül’de vardı. Alalım dedim. Hocalarımızdan biri geldi ve dedi: ‘’Ne yapıyorsun sayın dekan, bunları idare edemezler, perişan olur.’’ Aldık Siemens’ten bir tane, o zaman dekanlığın yerindeydi orayı boşalttık, oraya koyduk. Haluk Tokuçoğlu’nu başına geçirdik. Bir de Mardin’li bir Fuat vardı, ürolog. Oturdular gece gündüz taş kırdılar. Bütün Türkiye’nin taş kırması oraya geldi. 6 ayda amorti ettik. Hem de bu vesileyle Gazi çok iyi tanındı.

Bu sebeple Gazi’li olmak bir ayrıcalıktır övünün bununla. Herkese kısmet olmaz.

BİR MİSYON VE VİZYON İNSANI: PROF. DR. İHSAN DOĞRAMACI

Hacettepe Tıp’ın kurucusu, YÖK’ ün ilk ve kurucu başkanı, Bilkent Üniversitesi kurucularından ve Bilkent Üniversitesi’nin eski mütevelli heyeti başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı, Enver hocamızın hem hocası hem de bunun ötesinde çok kadim ve yakın bir dostuydu. Kitabında Doğramacı Hocayla alakalı diyor ki: “Özellikle yeni nesil hekimlere onu tanıtmaya, misyonunu aktarmaya çalışıyorum. Zaman zaman yurtdışında yapılan kongrelerde ve Doğramacı Hoca’nın doğum yıldönümü kutlamalarında da benden Doğramacı Hoca hakkında bir sunum yapmam ve kendisini anlatmam istenir. Ben de bu görevi bir onur sayarak elimden geldiğince en iyi şekilde yapmaya gayret gösteririm.”

Bu sebeple biz de kendisine sorduk: İhsan Doğramacı Hoca’nın bu başarılarla dolu hayatı boyunca izlediği misyon ve vizyon neydi? Özellikle biz tıp fakültesi öğrencilerinin bilmesi gereken kısmı nedir?

İhsan Doğramacı Hoca kendini ülkeye, sağlığa, eğitime adamış bir şahsiyetti. En büyük özelliği, ”Ben bilmediğimi bilirim.” demesiydi. İyi arkadaşlar seçerdi. Ben de onlardan biriydim.

Bakın az önce konuştuk rektörlük çok güzel bir şeydir. Kırmızı plaka arabaya binersin, trafik polisi seni durdurmaz, özel kalemin olur, cep telefonun olur. O zaman herkesin telefonu yoktu, rektörlerin vardı. Uçağa bindiğin zaman VIP’de gidersin ama o koltuğa oturdun mu hakkını vereceksin. Hakkı nasıl verilir?

”İhsan Doğramacı tıp ilminin mecrasını değiştirmiştir. Bunu kabullenmek lazım.”

Kadro bulacaksın, temsil edeceksin, para bulacaksın. Böyle verilir. İhsan Doğramacı kendini buna verdi. Çok istişare ederdi, danışırdı. Çok iyi yöneticiler seçerdi ama bir problem olduğunda da hemen vazgeçerdi. Ben de o huyu aldım ondan. Bir de dikkat edin, tıp ilminin mecrasını değiştirmiştir. Bunu kabullenmek lazım. Hacettepe kurulmasıyla tıbbın mecrası değişmiştir. Ben İstanbul mezunuyum. Hoca her şeyi bilir zannederdik. İlk 1969’da Hacettepe’ ye geldiğim zaman Şinasi Bey’e bir soru sormuştum. Üstat bilmiyorum dedi: ‘’Sen oku bu gece, ben de okuyayım yarın tartışırız.’’ demişti. İşte olay budur. İstese Doğramacı Hoca da Rahmi Koç gibi yatlar falan alabilirdi ama öyle yapmadı, kendini eğitime verdi.

TIP FAKÜLTELERİ: SAYI MI YOKSA NİTELİK Mİ?

Dekanımız Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan da söyleşimize dahil oldu.

Yalnızca bir hekim ve akademisyen olarak kalmayıp Türk akademisinde uzun yıllar üst düzey yöneticilik yapması dolayısıyla, İhsan Doğramacı’nın kariyeri boyunca yaptığı en önemli icraatlarından birisi de; Hacettepe Tıp’ı kurmakla kalmayıp Türkiye’nin muhtelif yerlerinde de başka tıp fakültelerinin açılmasını sağlamak, buralara kadro yetiştirmek ve yine bu fakülteleri belli bir kalitenin üzerine çıkarmak olmuştu. Buna karşın daha sonradan gördük ki, Türkiye’de zaman içerisinde çok sayıda tıp fakültesi açıldı ve bunların gerek müfredatları, gerek kadroları, gerekse akreditasyonları üzerine yeterince ve gereğince düşünülmedi.

Bu vesileyle biz de hocamıza sorduk: Bugün Türk tıbbını ve standartlarını nasıl değerlendiriyorsunuz, düşünce ve eleştirileriniz nelerdir?

”Gençler eğitimin %50’sini hocalarından alıyorsa %50’sini de şehirden alıyor. Pasta nasıl yenir, futbol maçı nasıl seyredilir, sinemada hangi film oynuyor…”

Ben hep şuna karşı çıktım: Her ile, her ilçeye üniversite kurulmamalı. Yüksek okul kurarsın ama üniversite bir zihniyettir. Gençler eğitimin %50’sini hocalarından alıyorsa %50’sini de şehirden alıyor. Pasta nasıl yenir, futbol maçı nasıl seyredilir, sinemada hangi film oynuyor… Neyse, her ilde üniversite açıldı. Peki, kabul. Maalesef her üniversite, her şeyi yapmak istiyor. Yüksek lisans da verebilirim, doktora da verebilirim. Bu üniversitede bunları yapamazsın diyebilmeli. O üniversitelerden mezun olan öğrenci bırak da İstanbul’a Ankara’ya İzmir’e gelsin. Ufku genişlesin. Ben 27 yaşında öğrendim açtığın kapıyı tutmam gerektiğini. İngiltere’de öğrendim. İngiliz’in biri bağırdı bana. Ne olduğunu anlamadım. Çünkü bizde kapıyı açtın mı bırakırsın. Onun için de gideceksin. Göreceksin. Tabii tıp fakültelerinin eksikleri vardır. İhsan Doğramacı’nın yaptığı en iyi şey neydi biliyor musun? Açtığı tıp fakültelerinde 3 seneyi Hacettepe’de okuttu. Temel tıbbını, anatomisini ve fizyolojisini orada okuttu sonra kliniğe gönderdi Hacettepe’den.

ENTELEKTÜEL KİMDİR?

Genel anlamda entelektüel kendine her alanda bir şeyler katan insandır. Bu konuda üniversitenin okunduğu şehir önemli bir etkendir. Bir entelektüel tarihini iyi bilmeli, bir hobi edinmeli, güncel konuları takip etmeli, sporu gündemi takip edip bu konularda fikir sunmalı. En önemlisi ise en az bir lisan öğrenmelidir. Çünkü lisan insana birçok kapı açar. Ama ne yazık ki daha kırsalda okuyan arkadaşların böyle bir şansı bulunmuyor. Bunları öğrenmeli ve kendinize değer katmalısınız çünkü ileride bir ilçede görev aldığınızda orada görevli kaymakam veya savcı bazı durumlarda sizden de fikir belirtmenizi isteyecek ve size danışacaktır.

İYİ HEKİME DAİR…

Prof. Dr. Enver Hasanoğlu, halihazırda Uluslararası Pediatri Kurumu’nun (IPA) başkanlığını yürütmekte.

Eğitim hayatı ve sonrası kariyerini göz önünde bulundurarak Enver hocamızın özellikle tıp alanında kendinizi yetiştirmek ve geliştirmek adına yoğun bir özveri ve disiplinle çalıştığınızı görüyoruz.

Pediatri ve Nefroloji alanlarında, Türkçe ve İngilizce olmak üzere toplamda 200’ün üzerinde yayımlanmış makalesi bulunmakta.

Ayrıca Uluslararası Pediatri Derneği (IPA), prof. Dr. Enver Hasanoğlu’nu ‘’Dünyadaki en iyi 5 pediatri uzmanından birisi’’ olarak nitelendiriyor.

Biz de kendisine sorduk: Bu anlamda sizi örnek almak isteyecek gençlere, bizlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz? Sizce iyi bir hekim nasıl olunur?

Hekimlik bir meslektir, zordur. Fedakârlık ister. Akademisyenlik ise başka bir şey. Paraya önem veriyorsanız akademisyen olmayın. Sevmeyecekseniz sakın olmayın. Akademisyenlik bambaşka bir şeydir. Çünkü hem akademisyen olacağım hem para kazanacağım, buradan hasta kaçırırım diye akademisyenlik olmaz.

Kayseri’deyken ben de muayenehane açtım. Sağlık Bakanlığı izin vermişti herkes açıyordu, “Ben de açayım.” dedim. Bana o zaman Hacettepe’den arkadaşlar “Seni tanımazlar Kayseri’de, 6 ay cepten yiyeceksin.” dediler. Ben yine de tuttum muayenehane. Peşinatı kayınpederim vermişti: İlk ay ben 350.000 lira kazandım.

Sonra dekan oldum, idareci oldum. İdarecilik de ayrı bir mevzu, seveceksin; sevmeyeceksen sakın idareci olma, aile düzenin bozulacak bunu kabulleneceksin. Bir şey yapmazsan kimse de bir şey sormaz sana onu da söyleyeyim. Devlet bir bütçe verir, onu harcarsın, tamam, bitti. Kısaca soruya cevap vermek gerekirse hekimlik de akademisyenlik de fedakârlık ister, özveri ister.

HEKİMLİĞİN ÖTESİNDE…

Şimdi bir defa dürüst olacaksın, gri alanda oynamayacaksın. Evet veya hayır. Açık olacaksın, fedakâr olacaksın. Parayı amaç değil araç olarak göreceksiniz. Bakın kendimden misal vereyim: zengin değilim ama muhtaç da değilim, hala Gazi’ ye gelebiliyorum.

Ne diyorum ben ders anlatırken? “Ülkeyi, memleketi, Türkiye’yi seviyorsan beni sollayacaksın.” Solla beni ama sollarken çarpma ne olur? Saygı da önemlidir. Maalesef şu anda ortama baktığımız zaman dejenere olduğumuzu görüyorum. Sadece bizim camia değil toplum da bu şekilde. Nasıl oluyor bilmiyorum. Umarım düzelir. Dürüst olacaksın, çalışacaksın.

BİR SAĞLIK KRİZİ: HEKİM GÖÇÜ

Değerli hocamız henüz 17-18 yaşlarında İstanbul Tıp Fakültesi’ni kazanıp da Kerkük’ten Türkiye’ye geldiğinde yaşadıkları ve hissettiklerini kitabında şöyle anlatıyor:

‘’Ağustos ayının sonunda bütün hazırlıklarımızı tamamladık. Faruk Ağabey ile trene bindik ve İstanbul’a hareket ettik. Yataklı vagon ile dört gün süren bir yolculuk yaptık. Dört gün süren bu yolculukta beni ilk etkileyen en önemli olay Suriye sınırı Kamışlı’dan, Türk sınırı Nusaybin’e girişimizdir. İlk kez Türk bayrağını orada gördüm. Gerçi bir hafta önce Bağdat’ta Türk Büyükelçiliği binasının üzerinde de görmüştüm, ama bu kez benim için çok farklıydı. Çünkü artık Türkiye topraklarındaydık ve gördüğüm Türk bayrağı benim için çok anlamlıydı. Öyle çok güzel dalgalanıyordu ki çok etkilenmiştim. Biz Türkmenler için Türk bayrağı çok mukaddes bir şeydi, tüylerim ürpermişti, çok duygulandığımı ve etkilendiğimi bugün gibi hatırlarım.’’

Gidebileceği belki başka nice ülke olmasına rağmen hocamız işte bu duygularla gelmişti Türkiye’ye, İstanbul’a…

Bugün ise ne yazık ki bambaşka bir tabloyla karşı karşıyayız. Biz de bu konuyu söyleşimize dahil ederek sorduk: Hekimlerin birer birer ülkeden ayrılmasını doğru buluyor musunuz? Tıp fakültelerinde yaşanan bu beyin göçü sizce engellenebilir mi? Engellenecekse bu nasıl olur?

Bu ülke bizim için Osmanlı’nın mirasıdır bizim için derdi babam. dağılmış, belli yerler kaybedilmiş ama rahmetli babam hiç kabul etmezdi. Bir çizgi çizmişler burası Irak burası Türkiye, öyle şey olmaz derdi. Şimdi nasıldır bilmiyorum ancak o zamanlar bütün kahvelerde, evlerde Atatürk resmi vardı. Biz böyle yetiştik. Türkiye denince bizim aklımıza hep İstanbul gelirdi. Çocukluğumuzda deklanşöre bastıkça içindeki fotoğrafın değiştiği kamera gibi oyuncaklar vardı. Biz Kerkük’te ona ‘’İstanbulabakan’’ derdik. Çünkü hep İstanbul resimleri çıkardı orada. Tabii ki Nusaybin’de Türk bayrağını görünce Tüylerim diken diken oldu. Hala da oluyor.

Şimdi sen diyorsun ki göç. Üzülüyorum. Önceleri çok desteklerdim. Çünkü bu insanlar bizi ve ülkemizi orada temsil ediyor, bir nevi elçilik vazifesi görüyor. Fakat şu anki göçten kasıt başka bir olgudur. Şimdiki göç başka bir göçtür. Genç hekimler ülkeden gitmek için belirli arayışlara giriyor. Dil kurslarına yazılıyorlar çünkü Türkiye’deki yaşam şartları zorluyor onları.

”Ben doktorların yurtdışına gitmesini destekliyorum fakat bu kadar fazla sayıda ve küserek gidilmesini doğru bulmuyorum.

Benim muayenehaneme girerken hastalar büyük bir saygı ve hürmet gösterir hatta süt, yoğurt gibi gıdalar getirirlerdi. Maalesef halk nezdinde bu saygı bulunmuyor. Dahası tam zıttı olmak üzere maaşlar yetersiz kalıyor, şiddet uygulanıyor, sorumluluk çok fazla veriliyor. Bu noktada bu göçü önlemek istiyorsak zorunlu hizmete bir düzenleme getirebilir. Hekim başına düşen hasta sayısı azaltılabilir. Siyasi liderler ve politikacılar canlı yayınlarda hekime saygının öneminden sık sık bahsedebilir. Ben şahsen bunların halkta bir karşılığı olacağını ve olumlu yönde yansıyacağını düşünüyorum. Bunlar önemlidir çünkü halk bu şahsiyetleri çok dinliyor. Özetle ben doktorların yurtdışına gitmesini destekliyorum fakat bu kadar fazla sayıda ve küserek gidilmesini doğru bulmuyorum.

KADİM BİR GELENEK (!): 36 SAAT NÖBET

Hocamız İstanbul Tıp Fakültesi’nin akabinde Hacettepe Üniversitesi’nde pediatri asistanlığına başladığı yıllardan kitabında şöyle bahsediyordu:

‘’… bir de en kıdemlimiz Dr. Sevgi Yetkin vardı. Hastanede oldukça yoğun bir tempoda çalışıyorduk. Dr. Sevgi benden 3 yıl kıdemli olduğu halde Prof. Dr. Şinasi Özsoylu en ufak bir sorunda onu hepimizin içinde uyarıyordu. Bu duruma tanık oldukça, ‘’Eğer ben de üç yıl sonra böyle olacaksam, ne kalayım burada’’ diye düşünmeye başlamıştım. Zaten para almadan çalışıyordum ve 48 saatin 36 saati hastanede geçiyordu.’’

Burada hocamızın da bahsettiği bu problem ne yazık ki bugün de geçerliliğini ciddiyetle koruyor. Kendisi de bu ağır çalışma koşullarını bizzat tecrübe etmiş olan hocamıza sormak istedik: Biz nerede yanlış yapıyoruz, tıpta ve sağlık sektöründe neden hala mobbingi bitiremedik ve çalışma koşullarını iyileştiremedik? Yapılması gereken nedir? Bu konuda, yani mobbing ve ağır çalışma koşulları konusunda özeleştirimizi nasıl yaparız? Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?

Şimdi bu işin iki yüzü var. Ben üç buçuk sene günaşırı nöbet tuttum. Çünkü başasistandım ve orada çok şey öğrendim. Sesimizi çıkarmadık. Şimdi tabi yeni nesil insan hakları diyorlar, hekim hakları diyorlar, doğrudur: Mobbing hakikaten çok yanlış bir şeydir. Beni şimdi bu önde oturan arkadaşlar (hocalarımızı kast ediyor) çok sert bilirler de, ben sert olduğum zaman ikinci gün gelir omzuna vurur gönlünü alırdım. Şimdi hakikaten üzülüyorum ben bu hale: Çok ağır stres altında yaşıyorsunuz. Maddi durumumuz iyi değil. Bunların düzelmesi için sesinizi çıkarmanızdan başka çare yok. Türk Tabipler Birliği mi olur, sizin başka dernekleriniz mi olur, onu bilmem. fakat maalesef görüyorum ki üniversiteler çok sessiz. Neyse geç. 🙂


Yer yer salonda bulunan hocalarımızın da katılımıyla, karşılıklı soru-cevaplarla ve sohbet havasında geçen etkinliğimizde belki de en öne çıkan düşünce, bu ülkeyi, bu Cumhuriyet’i sevmemiz gerektiğiydi. Etkinlik sonrasında, hocamıza kitaplarımızı imzalatırken ayaküstü geçen diyalogta, hocamızın ayrılırken bizlere son sözleri, günümüz tıp öğrencileri, geleceğin hekimleri olarak aslında bütün vazifemizi açıklar nitelikteydi:

Hocamızın biyografisinin anlatıldığı ”Kerkük’ten başlayan bir başarı hikayesi: Prof. Dr. Enver Hasanoğlu” kitabı hakkında bilgi almak için tıklayabilirsiniz.

YAZARLAR:

GÜTBAT BİLİMSEL EKİBİ ADINA;

Said SÖNMEZ

Kaan KAVUTLU, Mustafa KASAP, Övgü SEVİL, Taha ERDOĞAN, Talha VURAN

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu